SANTORİNİ SOKAKLARI!

Admin
Admin
Yayın Tarihi : 18-09-2003 14:15
Sabah yazarı Ali Esat Göksel ile birlikte karar verdik; bundan sonra 5 kişiyi aşan gezilere... Sabah 09:30'dan önceki uçuşlara... Check-in işlemlerini yapmayan davetlere... Business olmayan uçuşlara... Kalacağımız oda ile manzarasının fotoğrafı önceden gösterilmeyen gezilere katılmayacağız. Herhalde bizi kimse hiçbir yere davet etmeyecek! Olsun.. Biz bunların hiçbirinin olmadığı Atina gezisine katıldığımız için böyle bir deklarasyon yayınlama kararı aldık. Aslında gezimiz, davet edenler, ekip, katılanlar çok iyiydi ama yine de geziler ıstırap haline geldiği zaman zevk alınmıyor, rahat rahat yazılamıyor. Evet, şimdi gelelim Ayşe Arman'ın Aşk Adası Santorini'ye.. İnanın tamamen pazarlama marifeti. Bodrum'un 20'de biri kadar bir yer. Beyaz evler, daracık sokaklar. Otobüs bir yere kadar geldi, ondan sonra otele kadar yürümek zorunda kaldık. İsterseniz eşeklerle de sizi otele kadar götürüyorlar. Canım İzmir'imin eşekleri geldi aklıma. Neyse efendim, Santorini'de kaldığımız otelin adı Santorini Palace.. Tıpkı İbrahim Tatlıses'in Bodrum Gümbet'te sattığı otele benziyor. Eski ve özensiz, labirent gibi bir otel. Odanızın camını açtığınız zaman nefis Sentorini manzarası değil, beyaz bir duvar çıkıyor! Yunanistan'ın tümünde öğlen 15.00'de alış-veriş yerleri kapanıyor. Sentorini'de odaya girmemizle kendimizi dışarıya atmamız bir oldu. Öve öve bitirilmeyen volkanik adalar ve nefis koylar için tekne turuna yetişmemiz lazım. Ayşe Arman'ın sevgilisiyle gezerken sürekli fotoğraf çektirdiği daracık sokaklardan ilerleyerek teleferiğe geldik. Santorini'de Fira bölgesindeyiz bu arada. Yüksek tepelerin üzerine kurulmuş bir bölge. Manzara mükemmel. Yine isterseniz teleferikle değil, eşeklerle inebiliyorsunuz. Ama ekip teleferiği tercih etti. Aşağıda bizi bekleyen tekne ile Nea Kameni volkanik adasına doğru yola çıktık. Ekipten bu durumlara en hazırlıkla olan Yazgülü Aldoğan'dı. Mayosu, havlusu, terlikleriyle herşeyi düşünmüştü. Tekne ile gele gele bir bölümünün çamur banyosu olduğu kötü bir koya geldik. Bodrum'un koylarının gözünü seveyim. 'Oraya kadar gitmişken yüzelim' dedik. Daha sonra apar topar başka bir koya geçtik. Oradan volkana çıkılıyormuş ama kimse çıkmadı. Çünkü Türk insanı kendi güzelliklerini bildiği için buraları önemsemedi ve hep beraber tekne turundan geri döndük. Daha sonra ekip, Santorini'nin dar sokaklarından dağıldı. Kimisi grup halinde Oia bölgesine gitti, kimileri Ayşe Arman'ın aşk yaşadığı sokakları aramaya çıktı. Kimisi de 'Ayşe Arman buraların nesini beğenmiş?' diye yakındı! Ben otele gidip akşam için güzel bir uyku çektim. Santorini'de akşamları daha güzel. Teleferiğin olduğu bölgedeki cafe'den gün batımı harikaydı. Gecce yavaş yavaş çökmeye başladı. Akşam yemeği için daracık sokakların arasındaki çok salaş bir restorana gittik. Harika yemekler yedik. Daha sonra yine herkes dağıldı. Tabii biz Ali Esat ile baba-oğul gibi hiç ayrılmadık. Bodrum barlar sokağının minyatürü sayılabilecek bir yerde bir İngiliz barına girdik. Sokağın en hareketli barı orasıydı. Gerçekten iyi müzik çalıyordu. Biraz dansettikten sonra çıkıp huzur için yine o teleferiğin oradaki cafe'ye gittik. Metaxa ve espresso ile mükemmel manzarayı seyredip, Ali Esat ile birlikte, Santorini'nin nasıl bir pazarlama harikası bir yer olduğunu, ülkemizdeki değerlerin asla böyle pazarlanmadığını, hiçbir zaman da pazarlanamayacağını tartışıp durduk. Arnavut garson bile gelip, 'İstanbul çok güzel, ne işiniz var burada?' deyince, yine dertlendik. Adamlar bir-iki tarihi yer ile bir kaç asker törenini birleştirmişler, 'Plaka' diye bir çarşı yapmışlar, pazarlayıp duruyorlar. Bizde ne Kapalıçarşılar, ne camiler, Ayasofyalar, saymakla bitmeyecek güzellikler var. Var ama maalesef pazarlama yeteneğimiz yok. İnşallah o da olacak.