LOKANTACININ BİR TİYATRO ELEŞTİRMENİ OLARAK PORTRESİ; BÖLÜM 2

Yayın Tarihi : 17-03-2012 13:56
Geçenlerde "Bakalım neler oluyor Yeni Dünya'da?" diyerek atladım uçağa ve New York'un yolunu tuttum. Ancak aynen John amcanın bahsettiği kontrolüm dışı bazı durumlardan dolayı daha uzun kalmayı planladığım bu şehirden 3 gün içinde dönüverdim. Zannedersiniz 10 saat uçup dünyanın bir ucuna değil de Bursa'ya kaplıcalara gittim. Neyse efendim az da olsa bir iki uğrayabildiğim yer bendenizin hoşuna gitti ve bazılarını sizlerle paylaşmak istedim. Buyrun başlayalım İzzet'in mini New York seyahatnamesine. [resim=20120317resim-185229D3][/resim] [b]Paranoyak eden interaktif oyun[/b] Buralara kadar gelip tiyatroya gitmemek olmazdı tabi. En çok ne konuşuluyor diye sordum soruşturdum ve kendimi beni hayrete düşüren ve derin düşüncelere sevkeden, ‘Sleep No More’ adlı interaktif tiyatro oyunun içinde buldum. İnteraktif eğlenceler konusunda bu güne kadar bazı deneyimlerim olmuştu ama böylesine hiç rastlamamıştım. Zaten oyunun yaratıcıları da bu sözcük yerine 'seyirciyi sarıp sarmalayan' lafını kullanmayı tercih ediyorlar. Efendim olayı baştan anlatalım… Bu tiyatrocu kardeşler terk edilmiş binaları mesken tutuyor, orayı yeniden restore ediyor, muhteşem dekorlar ve ışıklarla süslüyor, sonra da klasik eserlerin modern yorumlarını sahneliyorlar.En son olarak 4 katlı bir binayı McKittrick Hotel diye 'hayali' bir otele çevirmişler.Odalar o kadar güzel tasarlanmıştı ki yakında en unlu dekorasyon dergilerinde boy gösterirlerse şaşırmam. Yani anlayacağınız,oyunu bir tiyatro salonunda koltuğa kurulup seyretmek yerine 1.5 saat boyunca ayakta dolanıp duruyorsunuz. O koca binanın her köşesinde ayrı bir sahne sergileniyor ve siz oyuncuların arasında salak salak dolaşıp ne olduğunu anlamaya çalışıyorsunuz. Yolunuz kimi zaman bir mezarlığa düşüyor, kimi zaman bir dedektiflik ofisine. Benim yolum ilk bir mezarlığa düştü örneğin, korktuğumu belli etmemek için bir elimle öbür elimi sıkı sıkı tutmuşum. Muazzam bir dekordu. Kokusuyla, atmosferiyle tam bir mezarlık… Klasik oyunları seçmelerinin sebebi herkesin şöyle yada böyle, bunlara bir köşesinden aşina olması. Benim şansıma Sheakspeare’in Macbeth’i düştü. Şimdi bazı münafıklar “Sen Macbeth’e nereden aşinasın İzzet” diyecekler, ben de onlara, yıllar önce Polanski’nin harika Macbeth uyarlamasını seyredip hayran kaldığımı söyleyeceğim. Arada kendimizi tiye alıyoruz diye o kadar da Shakespeare cahili değiliz yani. Haa bu arada Macbeth'i biliyor olmanızın işinize yarayabileceğini zannediyorsanız, bu oyunu izlerken çok da gerekli olmadığını anlıyorsunuz Neyse efendim, oyunun en büyük özelliği sahnelerin Sheakspeare’ın yazdıkları ile bire bir uyuşmaması. Oyunun gidişine uygun olarak ‘Acaba başka neler yaşanabilirdi’ diye yeni olaylar, sahneler eklemişler. Girişte herkese birer maske veriyorlar, bunu takıp bir labirentten geçiyorsunuz ve dört katlı binanın içinde adeta kayboluyorsunuz. Maskelerin sebebi de, oyuncular ile seyircileri birbirinden ayırabilmek. İki gurup da o kadar iç içe ki, maske olmasa, biri beni Kral Macbeth sanıp rahatlıkla elimi sıkabilirdi.Unutmadan söyleyeyim oyun boyunca konuşmak kesinlikle yasak ama oyuncular dahil herkesi dürtebilirsiniz. Bir an korktum Facebook'taki gibi anlamsız yere 100 kere dürtüleceğim diye. Labirentten geçtikten sonra herkes istediği yola gidip oyunun herhangi bir parçasının içine giriyor. Burada amaç, seyircilerin olayları gerçekten kendileri yaşıyormuş gibi hissetmeleri. Ayrıca istediğiniz sahneye tekrar geri dönebiliyorsunuz. Bu da, Sheakspeare’ı biraz zor anlayan benim gibi bünyelerde bir rahatlama yaratıyor tabii.. Işıklandırma da müthiş. Elinizi uzatsanız ışığı yakalayabileceğinizi hissediyorsunuz. Bir başka ilginç nokta da oyunda hiç diyalog olmaması. Hikaye tamamen koreografilerle anlatılıyor.Sleep No More hakkında yazılmış bir haberde bu oyunun depresyon için birebir olduğu, dans etmenin ruh haline iyi geldiğinden bahsedilmiş.Ama bana sorarsanız bu en normal insanı paranoyak yapan interaktif oyunun sonunda daha derin bir depresyona girmek bile mümkün. Kısaca oyunu ister içgüdülerinizle takip edin, ister içine katılın, ister aktörleri izleyin ya da bunu bir enstelasyon olarak görün,paşa gönlünüz isterse de uzaktan klasik bir tiyatro oyunu gibi tüm olanları seyredin. Ama hangisini yaparsanız yapın müthiş heyecanlı, farklı ve çarpıcı bir gösterinin tam göbeğinde buluyorsunuz kendinizi…Ben bir ara kendimi Hitchcock filminde zannettim. Bu arada geçenlerde McKittrick Hotel'i yine böyle hararetli hararetli anlatırken, bizim elemanlardan biri "Aaaa Gossip Girl'deki Maskeli balonun yapıldığı yer" demez mi? "Öyle televizyonda seyretmekle olmaz, gidip yaşaman lazım, sadece mekanı değil oyuncuları, dekoru da görmen gerekli" diye bilmiş bir cevap verdim ama ağzımın payını da aldım doğrusu... "Hepsini gösterdiler dizide patron" [b]Gaga Ailesi Hayallerimi Yıktı [/b] Biliyorum içinizden bazıları "Bu cevabı haketmişsin İzzet, bırak tiyatro eleştirmeni ayaklarını, bildigin konulardan bahset" diyorsunuz. O zaman en iyisi tiyatro sonrası gittiğim restoran hakkında bir iki bir şey yazayım da herkesin gönlü olsun. Efendim burada adettendir diye tiyatrodan çıktık ve güzel bir akşam yemeği yemek için yeni açılan bir mekanın yolunu tuttuk. Şimdi size yemeğin tuzu azdı, şarap listesi zengindi falan diye yorumlar yapmadan önce bu gittiğim yerin asıl 'can alıcı' özelliğinden bahsedeyim. Joanne adlı bu İtalyan restoranının sahipleri Joe ve Cynthia Germanotta. Onlar da mı kim? 'Gagaizm'in öncüsü Lady Gaga'nın anne ve babası. Anlayacağınız bizim deli kızın soyadı Gaga değilmiş. Joanne Lady Gaga'nın ölen halasının adı. Restorana girdiğimde etten elbiseler giymiş garsonlar, ışık efektleri falan bekledim ama bütün bunlar yerine son derece sade döşenmiş, hatta sıradan bile diyebileceğim bir atmosferle karşılaştım. Sonradan öğrendim ki Lady Gaga sadece sponsor olmuş bu mekana ve hiç bir seyine karışmıyormuş. Masamıza oturduk, menüye baktığımda burasının söylenenin aksine sadece bir İtalyan restoranı olmadığını farkettim. İtalyan yemeklerinin yani sıra Amerika'nın Güney eyaletlerine ait bazı lezzetlerin de listede yer aldığını gördüm. Midemden önce gözüm doysun mantığıyla bir de interaktif oyunda harcadığım enerjinin sebep olduğu açlıkla yiyebilecegimden fazla yemeğin siparişini verdim. Fakat ne yalan söyleyeyim önüme gelen hiç bir şeyi öyle çok fazla beğenmedim. Zaten ilk açıldığı günden beri Joanne yemek eleştirmenleri tarafından yerden yere vurulmuş. Eh çok haksız sayılmazlar çünkü çok kötü denmese de, hiç bir özelliği olmayan makarna ve etler beni de hayal kırıklığına uğrattı. Üstüne üstlük restoranın vekaleten çok unlu de bir şefi var. Vekaleten diyorum çünkü Art Smith yıllarca medya kraliçesi Oprah'nın ozel şefiymis. Tüm bunlara rağmen restoran müşteri sıkıntısı çekmiyor. Çoğu gelen belki benim gibi "Gaga uğrar da görürüz" diyerek hiç bir masayı boş bırakmıyor. Anne Gaga, pardon Cynthia Germanotta "Kızım buraya gelse, üstüne de tweet atsa, öyle izdiham çıkar ki ne yaparız bilemiyorum" demiş bir röportajında. Kadın haklı, kızının ismi bile bu kötü restoranı bu kadar dolduruyorsa kendi gelince ne olur düşünemiyorum. Başta mini seyahatname dedim ama sanırım bu süper mini oldu sevgili okurlar. İdare edin artık, hem bu sene modaymış süper miniler.