MODA VE KİTAP ÜZERİNE DEDİKODULAR!..

Yayın Tarihi : 02-12-2011 16:08
Yazıya başlayacağım zaman aklımda birbirinden apayrı konular uçuşup duruyordu. “Hadi şunların hepsini birden yazayım” diye klavyenin başına oturduğum zaman, bizim başöğretmen Sarp “Olur mu” dedi “Birbirinden apayrı, alakasız şeyler bunlar” Böyle laflar kışkırtır beni… Hemen “Neden olmasın” dedim… Bugün biraz modadan, bir miktar da edebiyattan söz edeceğim. Okuduktan sonra karar verin, olmuş mu olmamış mı? *** Ne yeniyi ilk deneyen kişi, ne de eskiyi terk eden son kişi olduğum için modaya hep ihtiyatla yaklaşırım. Ama moda dedikodularına bayılırım. Geçenlerde ünlü modaevi Dolce&Gabbana'nın baş tasarımcıları Domenico ve Stefano hakkında vergi kaçırmaktan İtalya'da dava açıldığını öğrenince merakım kabarmış, kulakları dikmiştim. İyi ki de dikmişim, bakın ne gelişmeler olmuş. Bu 'Muhteşem ikili', yaptıkları 1.1 milyar dolarlık satışı 'resmi' şekilde bildirmemişti . Ama ne katakülli çevirdiler bilemem, davaları düşmüştü. İki kafadar, tam ‘rahat bir nefes aldık’ diye zil takıp oynarlarken, İtalyan yüksek mahkemesi davayı tekrar açmış. Domenico ve Stefano şimdi kara kara düşünüyorlarmış. Bakalım mahkemeden nasıl bir sonuç çıkacak!... Düşünsenize, ortada milyar dolar gibi bir para var. Az buz değil yani!.. *** Bu arada baş tasarımcı demişken aklıma geldi. Geçenlerde yazdığım bir yazıda da bahsetmiştim: Louis Vuitton'un tasarımcısı olan Marc Jacobs, dünyaca ünlü 'Dior'un başına geçecekti... Ancak Marc resmi olarak bu işin gerçekleşmeyeceğini açıkladı. Nedeni ise, Louis Vuitton'da çalıştığı tüm ekibini de beraberinde Dior'a götürmek istemesiymiş!.. Aslında Dior ve Louis Vuitton, 'LVMH' şirketinin kontrolü altında. Ve şirket çok büyük paralar kazandığı Louis Vuitton'un yaratıcı ekibinin dağılmasını göze alamamış. Bir de parada anlaşamadıkları söyleniyor. Bakalım, kokusu çıkar yakında… MARC JACOBS, KURŞUN DÖKTÜRSÜN KENDİNE Bu arada Marc'ın derdi başını aşmış zaten. Biliyorsunuz geçtiğimiz günlerde Londra'da, 2011-2012 ilkbahar-yaz koleksiyonunun örnekleri gasp edilmişti. Ama olay bu kadarla bitmiyor!.. Geçen hafta bu kez Louis Vuitton'un 400.760 dolar değerindeki malları, Paris Charles de Gaulle havaalanının hemen yakınında, yüzü kar maskeli 5 kişi tarafından çalınmış!.. Yok, yok bu adamda kesin 'nazar' var!.. Başı dertten kurtulmuyor bir türlü. İyisi mi gelsin Türkiye'ye de 'Fatma Bacı'ya bir 'kurşun döktürsün'... Şimdi, polis bir yandan, Marc'ın ekibi bir yandan harıl harıl soyguncuları arıyorlarmış. Ama yanlış yerde arıyor olabilirler!.. Ya hırsızlar içlerindeyse? SON SULTAN AHMET ERTEGÜN “Bir kitabı eleştirmeden önce asla okumam, çünkü önceden okumak insanı önyargılı yapıyor” diyen eleştirmene bütün yüreğimle katılıyorum! Çünkü eğer Robert Greenfield adlı yazarın Atlantic Records'ın sahibi ünlü prodüktör Ahmet Ertegün'ün hayatını anlattığı kitabı okumadan yazsaydım, bugün Hürriyet gazetesinin önüne geçmiş olacaktım. Ama bizim çok bilmiş Sarp’ın kurbanı oldum yine. Tutturdu “Kitabı okumadan yazamazsınız” diye. Ben de, ‘The ‘Last Sultan’ı okuyup bitirene kadar, atı alan Üsküdar’ı geçmiş. Pazar günü bir baktım, gazetede kitabın haberi var. Neyse, hiç değilse ön bilginiz olmuş oldu. Ben de bari elimdeki notlardan bir kaç tanesini sizlerle paylaşayım da içimde kalmasın!.. 'The Last Sultan' yani ‘Son Sultan’ da, Greenfield, Ahmet Ertegün'ün bir çok bilinmeyen yanını ortaya dökmüş. İşin enteresanı, Ertegün'ün karısı, Mica'nın da yazara her konuda yardımcı olması... Kitapta Ertegün'ün Amerika'daki siyahi vatandaşları, tüm Amerikalılar'dan daha iyi tanıdığına değinilmiş. Hatırlarsınız, büyük usta Ray Charles'ı meşhur eden de yine Ertegün'dü... Başka ilginç anekdot da şu: Ertegün 60'lı yılların sonunda Jackie Kennedy ile 'Peppermint Lounge' adlı salaş New York barında sık sık buluşur kafayı çekermiş… Bu arada Ertegün, aslında hatırı sayılır çapkınlardanmış. Bir çalışanının şu cümlesi rahmetlinin bu yanını çok güzel özetliyor; "Patron, kadın bulduğunuz kadar kolay petrol bulsaydınız, şimdi hepimiz dünyanın en zengini olmuştuk"... Eee… Daldan dala atladık ve yazının sonuna geldik. Buraya kadar okuduysanız, zaten ‘olmuş’ demektir…