TÜRKİYE'DE SANATÇI YOK!

Yayın Tarihi : 01-01-2012 11:28
Aslında söyleşi denen muhabbeti, ‘hiçbir hazırlığa gerek duyulmayan gevezelikler’ olarak görmememe rağmen, o türden muameleye tabi tutulmak az biraz canımı sıktı itiraf edeyim ki… Ama itiraf etmeliyim ki bütün bunları Hababam Sınıfının külyutmaz Mahmut Hoca'sı "hoşgörüsü" ile yapıyordu. [resim=20120101resim-185117E8][/resim] Sonuçta benim, ‘şahsın özel taraflarını anlamaya ve okura tanıtmaya yönelik’ ısrarımın, Bardakçı hocanın ‘Ben artis miyim yahu’ larına toslayıp, tuzla buz olması kaçınılmazdı. Ama yine de, siz sevgili okurlara hizmet verebilmek için kanımın son damlasına kadar direndim. Ağzından öyle şeyler aldım ki, her bir cümlesi keyifle okunası… Ayrıca bir de casuslarımdan duyduklarım var ki onları da buraya ekleyelim: O, muhteşem bir aşçıdır. Yurt dışına çıktığında sadece kitapçılara ve marketlere gider. Bavul bavul sos, kilolarca meyva, koli koli kitap getirir. Ayrıca bütün, kesilmemiş ördekler… Evinde verdiği davetlerde iki gün önce mutfağa girer, patlıcan oturtmadan en olmadık Fransız yemeklerine kadar her şeyi bizzat kendi yapar. Giyim için alışverişe çıktığında beğendiği her üründen en az bir düzine alır. Aynı ayakkabıdan, aynı gömlekten, aynı elbiseden… Böylece ‘Bugün ne giysem derdinden kurtulmuş olur.Kullanmadığı 20 takım elbiseyi dolabında saklar, 5 yıl demlendirdikten sonra giyer. Kullanmaya kıyamadığı en az yüz tane çantası vardır… Haydi iyi okumalar… Murat Bardakçı, yazıları, kitapları ve televizyon programları, yani mesleki faaliyetleri dışında pek tanınmıyor. Biraz sizden söz etsek… Tanımasınlar güzel kardeşim, ben artist miyim? Ama kamuoyunun gözü önünde bir insansınız, ancak ne yazık ki internet’te bile çelişkili bilgiler var hakkınızda… İnternetteki bilgilerin yüzde biri bile doğru değildir. İnternette araştırma yapılmaz, kaynak aranmaz. Ben yıllardır bunun mücadelesini veriyorum. Canım biz de hakkınızdaki araştırmayı sadece internette yapmadık. Mesela duyumlarımıza göre evlendiğiniz gün eşinizi eve gönderip siz hemen gazeteye gelmişsiniz. Doğru mu bu? Doğru. Aynısını babam da yapmış. Yazılacak yazım vardı. Eşim bu durumu anneme anlatmış, annemin cevabı ise “Bunun babası da bana aynı şeyi yapmıştı”. Fatih de (Altaylı) aynı şekilde davranmıştı. Biz gazeteciyiz, normaldir bu. Peki internette yazmayan bir şey daha sorayım o zaman. Neden hep Cadillac tercih ediyorsunuz? Özel bir sebebi yok. Bundan önce de Chevrolet’m vardı. Arabada görgüsüzler gibi önde oturmayı severim. Şoförden de uzak olmak isterim. O yüzden Amerikan arabası alırım. Artist değil gazeteceyim, özel hayatımdan bahsetmeyi sevmiyorum diyorsunuz ama genel yayın yönetmenimiz Fatih Bey zaman zaman röportajlarında özel yaşamını anlatıyor. Oklava ile hamur açtığını anlattı mı mesela? Dahasını da söyleyeyim mi? Tamam tamam… İş sarpa sarmadan özel hayatlardan uzaklaşalım. Uzun zamandır merakıma mucip olan bir şey var; Osmanlı’da magazin var mıydı? Siz bir tarihçi olarak… Önce şurada anlaşalım. Ben tarihçi değilim. Hiçbir zaman da bunu iddia etmedim. Gazeteciyim ben. O zaman gazeteci Murat Bardakçıya soralım aynı soruyu. Tabii vardı Osmanlı’da magazin. Ama bugünkü gibi çerçöp tiplerin didişmesi, kıçlarını başlarını açması değildi. Kültürel bir boyutu vardı. Oradaki magazin kavramları, bugün edebiyat tarihlerinde öğretilen konulardır. [b]BUGÜNKÜ MAGAZİN ÇÖPLÜK [/b] Nerede yayınlanıyordu bunlar? Gazetelerde mi? Hayır, kitap yazıyordu adamlar. En önemli magazin kaynaklarından biri Aşık Çelebi Tezkeresidir. Tezkereler, şairlerin toplu halde biyografilerini anlatan kitaplardır. Hangi döneme denk geliyor Aşık Paşa? Kanuni dönemi. O kitap baştan aşağı dedikodudur. Fakat edebiyat tarihimizdeki ilk ve tek kaynaktır. Her şeyi ondan öğreniyoruz. Sonra mesela Evliya Çelebi… Evliya Çelebi mi? O da mı magazinciydi? Bence adam gelmiş geçmiş en büyük magazin gazetecisidir. Seyahatnamesinde yazdığı her şey, gırgırı, şusu busu hepsi magazindir. Bugünün Evliya Çelebisi kim? Yok öyle biri… O tektir. Yeri gelmişken, şimdiki magazine ne diyorsunuz? Çöplük. Siz takip eder misiniz peki? Hayır. O zaman çöplük olduğunu nasıl biliyorsunuz? Okumam, bakarım. Bu, arz talep meselesi değil, bir üsluptur. Ben ağır tarih konularını memlekette moda yaptım. Bu yetenek ve üsluptur. Bir de şöyle bir şehir efsanesi var. Dedikodu yapmak konusunda uzmanmışsınız. Yakın dostlarla buluşup kaynatırmışsınız kazanı… Efendim bazı sosyal bilgileri paylaşmak dedikodu değildir. Dedikodu gıybettir ve dinen günahtır. Peki sizin yaptığınız ne? Biz ona biyografi diyoruz. Bilgi paylaşımı. Dedikodunun içinde iftira vardır. Bizde iftira yoktur. Tarihle böylesine ilgilenen bir insan olarak, antika merakınız var mı? Hiç yok. Eskiden ve antikadan nefret ederim. Evde de antika yoktur. Sadece koltuklarım anneannemin koltuklarıdır. Onları da altı yaylı ve rahat olduğu için değiştirmiyorum. Ama yay ustası da kalmadı artık. İki üç sene sonra ne halt edeceğim bilmiyorum. Evde çok geniş bir kütüphaneniz olduğu da söyleniyor. Yok efendim, yok öyle bir şey. Ben çöpçülüğü de sevmem koleksiyonculuğu da. Rasyonel olacak, işime yarayacak kaynak kitapları alırım. Kaynak kitaplar dediğin de 200-300 kitaptır zaten. Kitaplara oldukça yüklü para ödüyor olmalısınız. Yıllardır kitap almıyorum. Zaten gereklileri topladım. Ben aldığım zaman da ucuzdu kitaplar. Şimdi yeni zenginler gösteriş için metre ile kütüphane almaya başlayınca kitap fiyatları arttı tabi. Hakkınızda söylenenlerden biri de şu; ‘Belge toplamak için cenazeleri çok sever’ diyorlar! Yahu ben ne leş kargasıyım ne belge fetişisti. Önüne gelen belgeyi toplarsan evde atım atamazsın. Mesela bana önemli ailelerden böyle şeyler gelir ama çoğunu almam. Belli bir kalitenin altına düşmeyeceksin. Belgenin kalitesinden mi, onu getirenin kalitesinden mi söz ediyorsunuz? Her ikisinden de… Ya ‘sonradan görme’ dediğiniz tiplerden önemli bir belge gelirse? Sonradan görmese önemli bir şey bulunmaz. O nasıl hava atacağının merakındadır. [b]HANEDANIN İPİNİ ÇEKEN KARARNAMENİN KÂTİBİ VEHBİ KOÇ’TU[/b] Biraz da hakkında kitap yazdığınız Neslişah Sultan konusuna gelmek istiyorum. Nicky Haslam diye bir iç mimar var, bütün ünlülerin evinin yapan… Onlara ünlü değil de görgüsüz desek? Yapmayın şimdi, neyse bu Nicky anılarını yazmış, kitapta bir bölümde "Mustafa Koç'un düğününe kraliyet kanının son temsilcisi Prenses Neslişah’ın Osmanlı pırlantalarını göğüslerinde titreterek katıldığını" söylüyor. Neslişah Sultan çok yakından tanıdığım biridir ve Osmanlı pırlantaları yoktur. Uydurmuşlar. Sahte olamaz mı? Sahte takmaz onlar. Neslişah SULTAN’ın çok güzel incileri vardır ama pırlantaları yoktur. Baltacı’nın Katerina’sının kolyesi ondaydı, 1963 yılının 26 Mayıs günü Londra'da Christie's müzayede evinde satmak zorunda kaldı onu. Bazen kader ağlarını ne garip örüyor. Neslişah Sultan Mustafa Koç’un düğününe katılıyor ama aynı zamanda Koç’un dedesi, Hanedanın ipini çeken kararnameyi kağıda dökenlerden biri. Evet, Vehbi Koç, 23 yaşındayken Büyük Millet Meclisinin zabıt katiplerinden biriymiş. 3 Mart 1924 de Hilafetin kaldırıldığı gizli celsenin kayıtlarını tutan iki kişiden biri de oymuş. Saatlerce yazmış o gecce… O günlerde aynı zamanda bakkallık da yapıyor Vehbi bey… Tabii, işin ilginç tarafı da bu. Yeni cumhuriyette okur yazar o kadar az ki, bakkalın oğluna ‘gel sen yaz’ diyorlar. Bu detayı ilk siz ortaya çıkardınız, nasıl oldu bu? Ben tesadüfen öğrendim. Rahmetli Vehbi beye sordum. “Doğru” deyince, yazılı göndermesini rica ettim. O da bir mektup yazıp rahmetli Sevgi Gönül ile gönderdi. Öteki zabıt katibi de Hıfzı Veldet Velidedeoğlu'dur Peki Neslişah sultan size nasıl güvendi de, bir kitap dolusu malzeme verdi? Çünkü gazetecilik yapmadım. Bir de yıllardır tanıyorum. Bakın dostlarınızla olduğunuz zaman gazeteciliği kapıda bırakacaksınız. [b]ABDÜLMECİD’İN GAYRI MEŞRU TORUNU BUGÜN ISTANBUL SOSYETESİNDE[/b] Neslişah Sultan ‘Muhteşem Yüzyıl’ı izliyor mu? Hayır, o Türk dizisi izlemez, Türk müziği dinlemez. Ama bu ne de olsa kendi soyunun hikayesi! Detayları çok daha iyi biliyor, neden izlesin ki? Ama sonuna kadar iki diziyi izledi. Biri Rome, diğeri de Tudors. Neslişah Sultan batı müziğini en iyi bilen insanlardandır Türkiye’de. Biraz da kıyaslamalı tarih dersine geçsek. Günümüzde bir şike salgınıdır gidiyor, futbol’da şike, reyting’de şike… Tarih’te de var mıdır şike? Valla böyle şiir gibi soruları hiç sevmem. Soruyu açıkça sorsana… O zaman şöyle sorayım; tarihi bilgiler herhangi bir nedenle saklanır mı? Mesela sizin sakladıklarınız var mı? Ben yayınladığım belgelerde özel hayat ile ilgili kısımları çıkarırım. Saklamam ama oraya nokta koyup geçerim. Abdülmecid’in gayri resmi bir torunun şu anda sosyetemizin bir mensubu olduğu söyleniyor doğru mu bu? Bunu soran belki yirminci gazetecisin ama öğrenemezsin. Kim olduğunu çok iyi bilirsiniz, ailesini de tanırsınız ama söylemem. Söylersem Sultan beni öldürür. Çünkü o kişi, ‘Neslişah Sultan'ı yazıyorsun, beni de Piç Sultan diye yaz’ diye dalga geçip duruyor zaten. Ama bu günahıyla, sevabıyla bizim hikayemiz değil midir? Hayır efendim bu kişi büyükbabasının ve babasının kim olduğunun kamuoyunda ortaya çıkmasını istemiyor ise bunu açıklamaya kimsenin hakkı yoktur. [b]LANGA FATMA’NIN KERHANESİ[/b] Başka bir aklıma takılan konuya atlayayım. Silikon, botoks, gerdirme yokken Osmanlı'da kadınlar nasıl gençleşiyorlardı? Refik Halit'in 'Bir Devir İki Hayat'ını oku dönemin bütün güzellik sırlarını öğren.Bilgi okuyarak öğrenilir İlk dersimizi aldık, devam ediyoruz. Peki o dönemde nasıl eğlenirmiş insanlar? Mesela en ünlü eğlence yerleri nereleriydi? Erkekler için soruyorsan son dönemde en çok rağbet gören yer 'Langa Fatma’nın kerhanesi’ydi. Cevdet Paşa tarihinde ‘Langa Fatma öldükten sonra İstanbul’da öyle bir kerhane açılmadı’ yazar. Kerhane sözcüğünü de açıklasanız? ‘Kar eden yer’ anlamına mı geliyor gerçekten? Hayır. Kerhane sözcüğünün Farsça'da 'işyeri' anlamına gelen kâr-hane'den geldiği sanılır ama bu yanlıştır. Kelimenin aslı Arapça'da 'iğrenme,tiksinme' anlamına gelen 'kerh' dir.Eskiler bunun sonuna Farsça ev anlamına gelen 'hane'yi eklemişler ve 'kerhhane' yapmışlar. Zamanla 'h'lerden biri düşmüş ve 'Kerhane' olarak kalmıştır Eşcinsellik de çok yaygınmış Osmanlı’da. Bugünkü gibi olmasa da gay kulüpler var mıydı? Bugünkü kurumlarla, o günküleri mukayese etmeyin. O işlerin yapıldığı yerler çok farklıydı. Benim bildiğim tek yer vardır. Deli Birader’in Beşiktaş’taki hamamıdır ve mahalleli başına yıkmıştır o hamamı.Aslında o dönemde böyle ilişkilere pek ses çıkarılmazdı. Normal karşılanıyor ama tabi yine bıyık altından gülünüyordu Bir de Kağıthane’deki köşklerden söz edilir… Onlar kulüp değil, Lale Devri’nin son dönemlerindeki eğlence meclisi mekanlarıdır. Akşamları oraya gidiliyor, müzik yapılıyor, içki içiliyor, şiir okunuyor o kadar. Peki hep harem-selamlık mı? Kadın erkek birlikte gidilen bir yer yok muydu? Hayır kadın her zaman ayrıdır. Kadının ne haddine bir yere gitmek. O zamanın eğlencesi kültür temellidir. Bugün Türk edebiyatının en önemli eserleri ve en meşhur divan şiirleri eğlence dediğiniz mekanlar için yazılmıştır. [b]DEVRİN TWİTTER'I BOHÇACI KADINLAR [/b] Yani Ferrari filan yok diyorsunuz… Kültürün olduğu yerde görgüsüzlük olmaz. Şimdiki gibi iki üç zenginin hava atacakları ortamlar yoktu. Peki dedikodular nasıl yayılırdı… Şimdi twitter var. Neydi o zamanın twitter’ı? İstanbul’da dedikodular her zaman vardır. Kulaktan kulağa yayılırdı. Arapçada bir söz vardır, “İki kişinin arasında olan şey sır değildir” diye. Kurtlar Vadisi’nin sloganı bu… Olabilir. İstanbul dedikoduyu çok sever ve dedikodunun ilk kaynağı da saraydır. Saraydan nasıl sızıyordu? Yahu siz devir değişti de, adetler de mi değişti sanıyorsunuz? Değişen sadece kılık kıyafet. Her şey aynıdır. O zamanın dedikodu kaynağı da bohçacı kadınlardı. Ağızdan ağıza sızıyordu dedikodular. [b]BUGÜNÜN SOSYETESİ DÖKÜNTÜ[/b] Osmanlı’daki müneccimbaşını da sormak istiyorum. Onlara danışmadan sefere çıkılmazmış diyorlar Her padişah devrinde değil. Eşref saat diye bir inanç vardır eskilerde. Bazı saatlerin iyi, bazılarının kötü olduğu düşünülür. Müneccimbaşının asıl görevi takvim yapmaktır. Ek görevi ise eğer padişah isterse, eşref saatini bulmak. Yani fal ile bir ilgisi yok peki nedir bu Eşref saati?… Kesinlikle falla ilgisi yok. Fal, yani geleceğe bakmak, İslam’da haramdır. Eşref saat ise ‘şu saatlerde şu işler yapılsa kısmetli bereketli olur’ gibi önerileri içerir. Buna 3. Mustafa’nın çok merakı vardı. Bir anlamda ‘timing’ dediğimiz şey mi, yani doğru zamanlama? Hayır, astronomik bir hesaplamadır bu. Yıldızname ile filan bir ilgisi yok. Müneccimbaşları astronomdu, bildiğin fizikçi. Son derece cahil bir toplum haline geldiğimiz için şimdi böyle şeyler uyduruyoruz. Mesela Muhteşem Yüzyıl’da büyücüsü var sarayın… Siz filmi tarih mi zannediyorsunuz? Gerçek değil. Siz Muhteşem yüzyılı beğeniyor musunuz? Seyretmiyorum ki. Vaktim yok. Ben yabancı dizileri de hızlı seyrederim. Bir bölüm 9 dakika falan sürüyor. Ama Muhteşem Yüzyıl’ı destekledim. Çünkü tarihten nefret eden bir toplumun tarihe ilgi göstermesini sağladı. Sadece ilk iki bölümünü izledim. Biraz da sosyete kavramına gelmek istiyorum. O dönemin sosyetesi ile günümüzü kıyaslarsak? Osmanlı’da aristokrasi ve burjuvazi vardı, bugünün sosyetesi ise sadece döküntü. Gazetelerin sosyete sayfalarında boy gösterenlere ne diyeceksiniz? Onların çoğu yeni zengin. Sosyetenin tek şartı para değildir. Aristokrasinin parası yoktur ki. Görgüdür önemli olan. Sosyetenin temeli dediğim gibi aristokrasi ve burjuvazidir. Bunun da temeli toprak mülkiyetidir batıda. O zaman şöyle bir soru geliyor akla; 100 senelik bile geçmişi olmayan Türkiye Cumhuriyetinin sosyetesi olabilir mi? Türkiye ile Osmanlı iki farklı devlet değildir. Aynı devlettir sadece ismi değişmiştir. Devlet devam eder. Bizde de devam eden bir sosyete vardır aslında. Peki nerede onlar? Evlerde… Çıkmıyorlar ve kendi içine kapanmış vaziyetteler. Bir sınıfa ait olamama duygusu mu bu? Hayır, ayağa düşmek korkusu. Galiba onlar giderek azalıyor, diğerleri artıyor… Bir bakıma öyle. Türkiye’de iç göç her şeyi değiştirmiştir. Aristokrasiyi de değiştirmiştir. Türkiye, kuruluşundan itibaren hala devam eden reddi miras içerisindedir. Yeni kurulan her devlet bunu yapar ama uzun sürmez. Biz hala sürdürüyoruz. [b] ZSA ZSA GABOR BEKARETİNİ ATATÜRK’E VERDİ Mİ? [/b] Belçika ve İngiltere gibi sembolik bir krallık kalsaydı daha mı iyi olurdu acaba? Olmazdı. Sebebi de şu; Onlarda tek eşlilik vardır ve hanedan mensuplarının sayısı azdır. Bizde çok eşlilik var. Türkiye’den dışarı atıldıkları zaman haneden 155 kişiydi. Erkek soyundan gelenler bunlar. Kadın soyundan geliyorsan bitmiştir. Onlar prens ve prenses olamazlar. Bakın şu anda kalan 60 küsur kişi. İngiliz Kraliyet ailesi ise sadece 11-12 kişi. Bir anda bu insanların ülkeden sürülmesi doğru muydu size göre? O günkü şartları düşünmek lazım. Rusya’da Romanov’lar, öldürüldü. Habsburg’lar bizden daha beter sürüklendiler. Ayrıca Padişah kovulmadı, kendi gitti Türkiye’den, mecburdu o ayrı. Aristokrasi 1952’de ülkeye döndü. Çoğu hala Türkiye’de. Neslişah Sultan’ın Atatürk’ün ölümüne tepkisi neydi? Sevinmiş midir? O konuda bir şey anlatıyor mu? Atatürk öldüğünde Neslişah küçük, 14 yaşında. Onlarda nefret yoktur. Çünkü onlar devlette devamlılığa inanırlardı. Öyle yetiştirilmişlerdir. Neslişah Sultan açık açık söyler ‘kovduğu için benim çocukluğum beş parasız, yırtık elbiselerle geçti ama devleti kurtardı." Bunu da samimi söyler. Atatürk o gün deseydi ki ‘bu hanedanı yıktım kendime yeni hanedan kurdum!’ Ne olurdu? Çocuğu yok! Diyelim ki var! İstese yapardı tabi. Ama halife olamazdı. Padişah olabilirdi ancak. Hiç mi aklından geçmemiştir bu? Hayır. 1903’ten itibaren notlarında hep cumhuriyet yazmıştır. Ama istese padişah olabilirdi. Peki yeri gelmişken bir soru daha… Zsa Zsa Gabor, ‘bekaretini Atatürk’e verdiğini’ söylüyor, doğru mudur? Başında değildim. O da yaşıyor. Hatıralarını yazdı, ölünce yayınlanacak. Oradan göreceğiz. Ne derece doğru, o da ayrı. Neden yalan söylesin? Bekaretini Atatürk’e verse ne olur vermese ne olur? Tarih bakımından bir önemi yok. Magazinsel olarak çok önemli ama. Peki magazin günah mı? Günah tabi, haram. Hem gıybet olduğu için hem de kadını ön plana çıkardığı için haram. Kafirlik. [b]KUYRUK ACISI OLANLAR DEVLETTEN HESAP SORUYOR[/b] Dönelim yine tarih kitaplarımıza, çocukluğumuzda efsane gibi anlatılırdı Osmanlı. Kanuni’nin torunlarıyız diye gurur duyardık. Sonra Vahdettin ile birlikte Osmanlı öcü oldu… İşte o reddi miras politikası bu. Bir devletin bir dönemi iyi, bir dönemi kötü olamaz. Her imparatorluk çökmeye mahkumdur. Dünyanın en büyük imparatorluğu, Roma bile çöktü. Biz neden geçmişimizle yüzleşemiyoruz? Türkiye’de yüzleşme kültürü yok, hesap sorma var da ondan. Vaktiyle devletten kuyruk acısı olanlar şimdi yüzleşme diye hesap sormaya başladı. Kimleri kastediyorsunuz? 12 Mart’da, 12 Eylül’de yirmili yaşlarda olanlar kapıştılar, didiştiler, iki kırık tabancayla darbe yapmaya kalktılar, devlet de bunları haklı olarak tepeledi. Şimdi bundan 40 sene öncesinin intikamını yüzleşme diye almaya çalışıyorlar. Yani devletle didişmeye başka şekilde devam ediyorlar diyorsunuz. Dikkat edin, Türkiye’de Ermeni soykırımının, Dersim’in bayraktarlığını yapanların hepsi 12 Mart döneminde başına bir şey gelmiş insanlar. Hesap soruyorlar devletten. Geçen akşam, Ahmet Hakan’nın programında biri eline benim Talat Paşa kitabımı almış “Bakın Murat Bardakçı böyle diyor” diye konuşuyor. Ulan okumamışlar kitabı. Ben öyle bir şey demiyorum. Kitap önünde duruyor. Şu Fransa’nın soykırım kararına ne diyorsunuz? Pek çok konuda araştırma yapıyorsunuz, soykırım suçlamalarını da araştırdınız mı? İzninizle söyleyeyim: Bu konudaki belgeli ve en gerçekçi kitabı ben yazdım ama “Bu soykırım değildir” dedim. Değildir. Gerisi şeyime kadar… [resim=20120101resim-185117B3][/resim] [b]ZEKİ MÜREN TÜRK MÜZİĞİNİN İÇİNE ETTİ[/b] Gelelim sizinle bütünleşen başka bir konuya; Türk sanat Müziği… Ünlü divalarımızı filan soracağım da başlarına geleceklerden korkuyorum. Türk müziğinin içine eden iki kişi vardır. Biri Zeki Müren’dir, biri de Allah uzun ömür versin Müzeyyen Senar’dır. Müzeyyen hanımın ilk dönemi çok parlaktı. O yıllarda inanılmaz bir sesti. Dinlesen tanıyamazsın yani. Müzeyyen hanım sonradan bozuldu diyorsunuz? Sonra maalesef icrayı berbat etmiştir. Muhteşem bir başlangıç, berbat bir final. Zeki Müren’in hem başlangıcı hem de finali rezalettir. Dolayısı ile onların kopyalarını büyük star olarak göstermek saçma sapan bir iştir. Yani burada laf Bülent Ersoy’a çakılıyor… Onun hiçbir yeri yoktur müzikte. Hiç mi kimse yok Türk müziğinde Allah aşkına… En son bir Sayife Ayla vardı, erkeklerde de Kani Karaca… Klasik müzikte de Fazıl Say’ımız var dünya çapında… Valla ben klasik batı müziğini severim, dinlerim geniş de bir koleksiyonum vardır. Fazıl Say çok iyi piyanist ama benim sevdiğim tarz bir piyanist değil. Ben piyanoyu başka türlü severim. Tarkan’ı dinliyor musunuz? Ya da seyrediyor musunuz diyelim. Allah aşkına neyini seyredeyim. Kardeşim benim zevkim var ve ben müzisyenim. Oynama şıkıdım şıkıdım dersek!!! Tabi canım, muhteşem(!) Ama Tarkan için çok iyi bir alaturka eğitimi almış diyorlar! Hayır efendim, Adapazarı Musiki Derneği’nde Erol Sayan’ın kursuna gitmiştir. Ben onun da detaylarını bilirim. Bu durumda hiç sanatçımız yok! Evet Türkiye’de sanatçı yoktur. Sadece müzikte değil hiçbir alanda yoktur. Peki ses sanatçısı yok, film yönetmeni de mi yok şu gariban ülkede? Bir Fellini çıkardık mı? Nuri Bilge Ceylan’ımız var ama! Köylerde çekilmiş festival Filmlerini seyredince, köylünün ayak kokusu ekrandan geliyor. Festival filmleri dünyanın en sıkıcı filmleridir ve onlardan sanat falan da çıkmaz. En son ne zaman film izlediniz? Şu anda CSI Miami seyrediyorum... CSİ demişken… FBI, MOSSAD, KGB gibi gizli örgütlerin operasyonlarında doğa üstü varlıklarla işbirliği yaptığı söyleniyor… O gruplara mensup olmadığım için bilemeyeceğim. Kulaktan dolma bir şeyi ben mümkün değil söylemem. Hele de belgesini görmeden. Bir de Bush, Irak’a girildiğinde “Irak kütüphanesini gemiye koyun bana gönderin” demiş. Esoterik bilgileri kullanmak için… Irakta kütüphane mi varmış! Bunu söyleyen hangi cahil ise, Irak’taki kütüphanenin 13. Yüzyılda Moğol baskını ile bittiğini de öğrensin bir zahmet. [b]MURATHAN MUNGAN’I OKUMAM,TARKAN'I DİNLEMEM[/b] En iyisi biz yine sanata dönelim… Şairlere gelirsek? Günümüz şairlerinden kimleri okursunuz? Türkiye’de şair yoktur , son olarak Attila İlhan vardı benim için. Ondan sonra şair kalmadı.. Murathan Mungan okumaz mısınız? Ben size ne dedim. Benim yüksek zevklerim var. Bunu saklamam ve onları okumam. Anladım siz beni çıldırtmaya çalışıyorsunuz. Peki Nazım Hikmet! Bence çok büyük bir şair değildir, Attila İlhan bence ondan daha üstündür. Türkiye’de, doğu toplumlarında bir adet vardır. Mazlum olarak lanse edildiğin takdirde senin diğer yeteneklerin de yukarıya çıkarılır. Nazım öyledir. Necip Fazıllar’ı, Hâşimler’i, Akifler’i unutmayın. Peki ya Necip Fazıl? Çok büyük bir şairdir. Nazım’ı siyasi görüşü yüzünden sevmiyor olabilir misiniz? Hayır edebiyat açısından bakıyorum,ben iki şeyi karşılaştırmam. Çok güzel şiirleri tabi ki var ama dendiği gibi çok büyük şair değildir. ‘Ne kadınlar sevdim zaten yoktular’ gibi bir sözü yoktur Nazım’ın. [b]BÜLENT ERSOY’U DA DİNLİYORLAR AMA ANIRIYOR HERİF[/b] Anlaşıldı son şairiniz Attila İlhan, şarkıcınız Safiye Ayla. Başka da kimse yok. Yok. Türkiye’de sanat bitti. Zevksiz bir toplum olduk. Bu ‘hiçbir şeyi beğenmeme’ seçimi sizi yalnız kılmıyor mu? Yok benim çevrem de benim gibi düşünür. Size hiç çağdışı olduğunuzu söylemek cesaretinde bulunan biri oldu mu? Söylese ne olacak? Ben çağ dışı değilim ki, son derece zevkli bir adamım. Zevk göreceli bir şey. Ama sizinkiler biraz çağın dışında gibi geldi bana. Zevkler ve renkler bal gibi tartışılır. Ama elalemin zevki ile benim zevkim neden bir olsun ki? Renk dedik de biraz da ressamların canına okusak? Türk Ressamı deyince kim gelir aklınıza? Türk resmi yoktur. Türkiye resim adı altında resim mafyası diye bir şey vardır. Galeri mafyası vardır. Ben galeri sahiplerinin birbirlerine yolladıkları ihbar mektuplarını göstersem ağzın açık kalır. Edirne’nin dışında para etmeyen şey evrensel olamaz. Ama bazıları, meselâ Günseli Kato klasiktir, onu ayrı tutuyorum sanat deyince. Roman? Roman da yok. 500 sene sonra belki. Nobel aldı bir romancımız. Olmayan romanımızın nesine verdiler evrensel ödülü? Orhan Pamuk’un bildiğim kadarıyla iki romanı intihaldir.Bir tanesini yayınladım ben daha önce, Beyaz Kale’yi. Bir romanı daha vardır ama ismini şimdi vermeyeyim, o da çok önemli bir Amerikalı yazardan çalıntıdır. Nobel ödül komitesinin bu Amerikalı yazarı bilmemesi imkansız. Dolayısı ile Nobel tamamen siyasi bir ödüldür. ‘Hadi bir de Müslümanlara verelim’ zafiyeti… Hayır bir muhalife verilmesi gerekirdi. “Şu kadar Ermeni’yi Kürt’ü kestik” demeseydi alamazdı o ödülü. Ama insanımız seviyor, sizin kitaplardan daha çok basılıyor kitapları! Sokaktaki adamın zevki ile benimki bir değil. Bülent Ersoy’u da dinliyorlar ama anırıyor herif! [b] DÖNEK BİR SOLCU OLACAĞIMA FAŞİST DESİNLER[/b] Türkiye’de bir entelijansiya olduğunu ve buna mensup kültürlü insanların bulunduğunu kabul etmiyor musunuz bu durumda? Türkiye’deki o entellajansıya kendi arasında, ortalarda değil. Türkiye’de entelektüel olacaksan Osmanlıca’yı gazete okur gibi okuyacaksın. Bundan 60 sene önce dedenin ya da anneannenin yazdığı mektubu okuyamazsan sen entelektüel değil, cahilsin demektir. Kaç kişi vardır ki bu tanıma uyan? Var ama ortaya çıkmıyorlar. Bu önemli bir şey, Türkiye’de sosyete de vardır, aristokrasi de vardır, entelektüel çevre de vardır ama kendilerini göstermezler. Peki nedir bunun sebebi? Ortaya çıkacaklar da ne olacak. Türkiye cahil bir toplum oldu. Bir memleketin çoğunluğu neyse azınlığı da aynıdır. Basını neyse, entelektüeli de aynıdır. Bizim yazı işleri toplantısında baktım herkes din konusunda atıp tutuyor, “Ulan bir kişi Fatiha okusun bin dolar vereceğim” dedim, kimse okuyamadı. Sormazsam modacı dostlarım alınır; Size göre modacı var mı peki Türkiye'de? Hayır o da yok. Modacıda benim ölçüm nedir biliyor musun; Saint Honore caddesinde dükkanı olmasıdır. Ölü bir dönemdeyiz biz. Türkiye’de yaratıcılık yok. O yok, bu yok, iyi ki sizin program var… Şimdi ona gelirsek. Nihat Doğan’ı partner olarak düşündüğünüz doğru mu? Programımız herkese açıktır. Onun yerine Hilal Cebeci daha münasip değil midir? Onu düşündüm ben. Tarihin arka odası yerine, tarihin yatak odası dediler buna da. Ben hiç o laflardan alınmam. Ben Türkiye’de kırk senedir yapılmayan işi yeniden moda ettim. Bunu ukalalık olarak görmeyin. Panpişle göz göze program yapmak biraz yıpratmaz mı insanı? Ben gazeteciyim, tarihçi değilim. Akademik program yapmayı da bilirim ama kimse izlemez. Gazeteci olarak yapıyorum o programı. Bizim bir partnerimiz var: Pelin Batu. Onu da gözardı etmeyin. Ama Pelin Batu size faşist dedi sonra! İftihar ederim, ben ayın faşisti seçilmiştim. Türkiye’de Türküm deyince faşist oluyorsun. Sahtekar, yalancı değilim. Allah dönek bir solcu olmaktan korusun. Bunların arasında faşist söylemini şeref addederim. Eğer “Türküm” demek faşistlik ise, iftihar ettiğimi hiç saklamam. Faşistlik bir kesime göre ağır bir suçlama… Olabilir. Geçen yıl Mart ayının faşisti ben seçildim. Sonra başkasını seçtiler mi bilmiyorum. Benden sonra daha büyük bir faşist bulamadıkları için seçmediler sanırım. Aslında “ayın” değil “yılın faşisti” deselerdi daha memnun olurdum. Başına mutlaka bir şey geliyor konuklarınızın. Cübbeli Ahmet mesela. Ne diyorsunuz hoca için? Özel hayatı ile ilgili iddialar beni ilgilendirmez. Fakat son dönemde, gerek ayet, gerek hadis konusunda onun kadar bilgilisini görmedim. Fatih Altaylı, bütün dostlarınızın çok yaşlı olduğu ve hepsinin yavaş yavaş öldüğü esprisini yapıyor. Yalnız kalmaktan korkmuyor musunuz? Allah geçinden versin ama hayatım zaten cenazelerde geçti. Çevrem çok geniş ama kalite yok artık eskisi gibi insanlarda… Dostun yenisi olmaz zaten.