HÜRREM KADAR GADDAR DEĞİLİM!

Yayın Tarihi : 27-02-2012 10:18
Efsane diye adlandırılmasının nedenlerinden biri de, bütün gücüne rağmen her zaman kendini geri planda tutmasını bilen gerçek bir hanımefendi olmasıydı. Geçen gecce bir rastlantı eseri aynı masaya düştüğümüzde, hakkında söylenenlerin ne kadar doğru olduğuna bizzat tanık oldum. Sonra o günler geldi aklıma. Erol Simavi imparatorluğunun en güçlü olduğu günler... Erol bey, basının olduğu kadar İstanbul geccelerinin de en etkili isimlerinden biriydi. Her gecce Maksimdeki locasında oturup, adeta eğlence hayatına yön verirdi. Bir şarkıcının elinden tuttuğu zaman onun yıldız olması kaçınılmazdı. Ve böyle nice sanatçının ‘elinden’ tutmuştu Erol bey. Bu işleri öyle gizli kapaklı da yapmazdı. Gönül Yazar ile olan ilişkileri dillere destandı ve Yazar’dan bir çocuğu da olmuştu. Belma hanım ise hiçbir zaman klas duruşunu bozmaz ve bu tavrıyla her zaman gereken saygıyı görürdü. [resim=20120227resim-185211F4][/resim] 1981 yılının bir kış geccesi Etiler’de bir gecce kulübünde ilginç buluşma yaşandı. Gönül Yazar ile Belma Simavi bir rastlantı eseri aynı mekandaydılar ve o güne kadar hiç karşılaşmamışlardı. Kocasından bir çocuk sahibi olan Gönül Yazar’ı ilk kez orada gördü Belma hanım ve yanında oturan yakın dostu Mete Has’a rica etti; acaba Gönül Yazar’ı masaya davet edebilir miydi? Yazar’ın o gecce ili ilgili olarak anlattıklarını İrem Barutçu’nun Babıali Tanrıları-Simavi Ailesi adlı kitabından nakledelim ve sonra da biz tekrar sazı alalım ele: “Masaya oturur oturmaz. "Çocuk nasıl?" diye sordu:"İyi, ama aramız bozuk. Çok atışıyoruz.""Niçin?""Kendine oda istiyor. Eve yeni taşındık, odasını alamadım diye bozuk. O yüzden bana kızıyor."Bunun üzerine Belma Hanım, "Ben hemen adamımı yolluyorum. Sen karışma. Ben yapacağım kızımın odasını," dedi. Marangozunu yolladı ve güzel bir kız çocuğu odası yaptırdı. "Ben de annesiyim. Yasemin benim de kızım," dedi. Ardından Yasemin'i istedi, biz de Polonezköy'deki evine götürdük. Yasemin'e, "Ben senin annenim," dedi. Ben onayladım. "Bak, o seni sadece doğurdu," dedi. Ben yine Belma Hanım mutlu olsun diye, "Doğru!" dedim. Biz o gecce misafir kaldık ve Belma Hanım, Yasemin'i koynunda yatırdı...” *** O gecce, işte böylesine bir hanımefendinin yanında oturuyordum. Tıpkı suskun bir prenses gibiydi, pek az konuşup, çevresindekileri dinlemeyi tercih ediyordu. Bana mı öyle geldi bilemem ama sanki mahzunluğunu bile zarif tebessümlerle ifade ediyordu. Benimse damarlarımda yeni yeni oluşmaya başlayan gazetecilik kanı yanıp tutuşmaya başlamıştı bile. Yıllardır medyaya konuşmamıştı Belma hanım. Çevresine ördüğü görünmez duvarı yıkmak için birkaç girişimde bulundum, sonra ufak ufak sohbet etmeye başladık. Bu arada sorularımı sıkıştırıyordum araya tabii… Öyle bir an geldi ki o mahzun tebessümün sahibi “Benimle röportaj yapmaya çalıştığını biliyorum. Buna izin verdiğim için böyle rahat soru sorabiliyorsun” demez mi? Benim de yüzüm kızardı doğal olarak… Ve aşağıda okuyacağınız yarı sohbet-yarı söyleşi böyle çıktı ortaya… *** “Ben baykuş cinsindeyim” deyince Belma hanım, doğrusu önce ne diyeceğimi şaşırdım. Baykuşlarla pek sık karşılaşmamıştım hayatımda ama bildiğime göre böyle hoş bir hanımefendiye pek benzemezlerdi. Allahtan cümlenin sonunu şöyle getirdi de bu ikilemden kurtardı beni: “Yani baykuş cinsindenim. Gecce yaşayanlara böyle denir. Sabah ezanını duymadan uyuyamam. Ayazpaşa’ya gelen ezan sesleri bana huzur verir ve ancak o zaman huşu içinde kendimi bırakırım uykuya…” “Peki gecceler nasıl geciyor, diziler falan...” dedim “ “Muhteşem Yüzyıl'a bayılıyorum…" “Dizide en çok hangi karakter etkiliyor sizi?” “Hepsinin çok değişik yönleri var, bu yüzden dizi yaşıyor ya…” “Mesela Pargalı desem?” “Pargalı’ya kızıyorum zaman zaman… Çok entrikacı olmaya başladı. Süleyman ile Hürrem arasında sıkışmış kalmış.” “Peki Halit Ergenç?” “Süleyman’ı da hayranlıkla izliyorum ama asıl Hürrem’ciyim” “Pek çok kimse öyle de, sizin nedeniniz? Kendinizi mi görüyorsunuz Hürrem’de?” “Yok canım ben onun kadar gaddar ve acımasız değilim. Ama Hürrem’in yaşadığı şartlar böyle davranmasını gerektiriyordu.…” “Oyuncu olarak nasıl buluyorsunuz Hürrem’i?” “Kız çok başarılı. Ama zaten dizideki bütün oyuncular, mekanlar mükemmel. Sanıyorum bütün bunlar bir araya geldiği için bu kadar çok izleniyor” Elindeki viskiyi yavaş yavaş yudumluyor. Sigarayı 25 yıl önce bırakmış.Duru cildinin sebebi de bu olsa gerek. Laf lafı açıyor,her daim ne kadar şık olduğunu söylüyorum… Bu bir iltifat filan değil, çünkü gerçekten öyle. Yüzünde o hüzünlü tebessüm yeniden beliriyor; “Çocukluğumdan beri şık giyinmeyi severim” diyor… Peki ya çocukluğu? Baba tarafı Arap’mış ve peygamber soyundan geliyormuş. Annesi ise Çerkez…; “Yetişme tarzımda Çerkezlik ağır basar” diyor “Herkese eşit davranırım. İster masama servis yapan garson olsun ister dünya jet seti’nin mensupları… İnsanlar benim gösterdiğim saygının yansımasını iletirler bana. Mesafe sanatını çok iyi kullanırım.” Gerçekten de öyle…‘Mesafe sanatı’ derken neyi kastettiğini çok iyi anlıyorum. Daha önceki röportajlarımda ne zaman Belma hanım ile ilgili bir soru sormaya kalksam karşı taraf hemen konuyu kapatırdı. Samimiyet ile ciddiyet arasındaki o kırmızı çizgiyi öylesine doğal bir şekilde çiziyor… Bunu düşündüğümü anlamış olacak ki “Merak etme, rahatsız olsaydım bu sohbeti yapamazdın” diyor. Ben de bu sözlerinden gaza gelip soruyorum sorularımı; “Hürriyet gibi bir imparatorluğu bırakmak zor oldu mu? İmparatoriçelik günlerinizi özlüyor musunuz?” “Hayır. Hiç özlemiyorum, Ben her zaman öyleyim…” “Ama son derece alçak gönüllü bir imparatoriçe. Bu mütevazılık nereden geliyor” “Çünkü ben halkın arasından geldim bunu hiç bir zaman unutmadım. Hala da bir halk çocuğuyum. Yer sofrasında da otururum sarayda da yemek yerim” “Eh madem ki söz yemekten açıldı… Mutfak ile aranız nasıl? Yemek yapar mısınız?” “Unutma yarı Arap yarı Çerkez kızı olduğumu söyledim. Mutfağa girdiğim anda özellikle Osmanlı mezelerini ve bizim kültürümüze ait yemekleri muhteşem yaparım. Bundan da çok keyif alırım.” Simavi’ler deyince akla gelen en önemli imajlardan biri de sahip oldukları Domuz Adası’dır. Göçek’teki bu yeryüzü cenneti, özellikle Belma hanımın verdiği davetlerle gündeme gelir. Peki neden Domuz Adası’dır ismi? “Bu adı siz mi koydunuz” diye sordum Belma hanıma; “Böyle bir şey asla söz konusu değil” dedi “Bu tarihten gelen bir isim… Yüzyıllardır Domuz adası demişler oraya… Yavaş yavaş muhabbetin sonuna geldiğimizin farkındaydım. Dostlarıyla arasına kara çalı gibi girmenin de bir sınırı olmalıydı. Merak ettiğim son soruyu da sordum ve yanıtını aldım bu güzel hanımefendiden; “Hangi şarkıcıları sevdiğimi soruyorsunuz” dedi. “Eskilerin hepsi benim dostum.Ayrım yapmak olanaksız. Bülent hanım, Muazzez hanım… Onlardan vazgeçilebilir mi? Ama bana kalırsa Zeki Müren’in yerinin doldurulabileceğine ihtimal vermiyorum.”