LOKANTACININ BİR TİYATRO ELEŞTİRMENİ OLARAK PORTRESİ

Yayın Tarihi : 21-01-2012 10:02
Tiyatroculara hayranlığım işte buradan gelir. Ama bu büyük felsefi düşüncemin dışında sorarsanız; “Muhsin Ertuğrul’da en son hangi oyuna gittin?" diye, “Muhsin Ertuğrul yıllar önce rahmetli olmadı mı abi” diye safdilce bir yanıt vermem olası. Anlayın yani tiyatroyla ilişkimi. Ama Londra’ya gelmişken burada ortalığı yıkıp geçen birkaç müzikali de görmeden dönersem adamı tefe koyarlar diye düşündüm. Eh gördükten sonra da kafaya bir bere geçirip, şöyle entel dantel bir eleştiri yazısı da yazmamak olmaz. Sonra aklıma adını hiçbir zaman hatırlayamadığım o ünlü eleştirmenin şu cümleleri geldi; “Bir oyunu eleştirmeden önce asla onu görmeye gitmem, yazmadan önce görmek insanı ön yargılı yapar…” [resim=20120121resim-185134F8][/resim] Artık eleştirmen de oluyoruz ya, beynimin bir yarısı dedi ki kendime; “Ustanın yolundan git, oyunlara gitme, döşen yazıları” Sonra her zaman olduğu gibi öbür yarısı konuştu; “Ya o eleştirmen gır gır olsun diye bu kelamı etmişse, o zaman rezil olursun el aleme…” Sonunda sağ duyu ağır bastı kalktık gittik işte… İlk hedef ünlü Ghost müzikali… Hani şu Whoopi Goldberg'e Oscar kazandıran, 90'larin ikonlaşmış ‘Hayalet’ filmi var ya… Aha, onun müzikal hali anlayacağınız. Oyunun sergilendiği Piccadilly Theater'a doğru yola çıktığımda New York Times’da tiyatro eleştirmeniyken politika ve popüler kültür hakkında yazmaya başlayan Frank Rich geldi aklıma. O zaman daha bir rahatladım. Yazı konusu seçerken daldan dala atlamak sırf bana mahsus bir şey değil anlayacağınız, büyük 'ağabey'lerim de gönüllerinin çektiğini yazmakla meşhur. [resim=20120121resim-185134F4][/resim] [b]GÖZLERİM DEMİ MOORE VE PATRICK SWAYZE'YI ARADI [/b] Ghost deyince aklıma hep Demi Moore’un, dönen çarkın üzerinde çömlek yapmaya çalışırken Patrick Swayze’ın sessizce arkasından yaklaşıp, birlikte ‘çamur içinde’ halvet olma sahnesi gelir hep. Bir de o güzelim müziği… Filmi seyrederken kimseye çaktırmadan göz yaşlarımı yüreğime akıttığımı da itiraf edeyim ki nasıl duygusal bir insan olduğumu anlayın. İşte bu ince hislerle, ağız tadıyla bir müzikal izleyeceğiz derken öyle bir teknoloji harikasıyla karşılaştım ki beynim tavana vurdu. Ghost, gerçekten kelimelerle anlatılacak gibi değil. Tam bir görsel şölen… Hani derler ya “Adamlar yapmışlar be usta…” Aynen öyle. Dev interaktif ekranlardan, yağmurlar yağdı, dansçılar çıktı ve daha neler neler… Bir an Beyonce çıkıp Billboard müzik ödüllerinde yaptığı showu tekrarlayacak zannettim. Bir de küçük not: Başrol oyuncuları meşhur çömlek sahnesinin gerçek görünebilmesi için profesyonel çömlekçilerden aylarca ders almışlar. Şovun ilk yılındaki gösteriminde tam yarım ton çamur kullanılmış. Gerisini siz düşünün artık… Ama yine de hep çok fazla teknoloji beni ürküttüğü için müzikali de biraz bu ön yargı ile izledim. Gözlerim Demi Moore ve rahmetli Patrick Swayze'yi aramadı desem yalan olur. Dönünce şu muhteşem filmi bir daha seyretmek geldi içimden. [b]BİR KIZILDERİLİ, BİR KRİSTAL ADAM, BİR BİLİM ADAMI[/b] Buralara kadar gelip de Cirque du Soleil’i şereflendirmezsem, Londra’daki sanat çevrelerinde infial yaratacağımı düşündüğüm için, ikinci ‘etkinliğim’ Totem’i izlemek oldu. Malum, Cirque du Soleil’in dünyayı gezen bir sürü ayrı ekibi var ama Londra’daki bir başkaydı doğrusu. Işıklardan müziğine, koreografisine kadar gerçekten bir görsel şölendi oyun. Tabii Cirque du Soleil oyuncularının akrobatik yetenekleri de cabası… Ne anladın derseniz… Eh artık bu kadar da mütevazı olmayalım. Bir Kızılderili, bir kristal adam, bir bilim adamı, çeşitli türlerin evriminin peşine düşüyorlar. Bir çok kadim medeniyetin sembolü olan dev bir kaplumbağa'nın evrim geçirmesiyle bu süreç anlatılıyor. Bu kadar büyük laflar ettiğime bakmayın çok keyifli bir gösteri, zamanın nasıl akıp gittiğinin farkına bile varmıyorsunuz. [resim=20120121resim-185134B2][/resim] [b]EN İYİ OYUNCU ÖDÜLÜ BİR 'İT'E[/b] Bu müzikalciler, eski ayları kırpıp kırpıp yıldız yapıyorlar vallahi. Savoy Theater’daki ‘Legally Blonde’da bunlardan biri işte. Filmi de bana göre sabun köpüğü gibiydi, sahnede gördüğüm gösteri de ondan farksız olmuş. Neredeyse birebir filmi seyrediyorsunuz. Ama yine de takılıp kalıyor insan. Yalnız kuaförü canlandıran bir kadın oyuncu vardı, abartıyı da öylesine abartmış ki artık bir an yerimden fırlayıp "Kapa çeneni" demek geldi içimden En sevdiğim oyuncuyu sorarsanız, üzerinize afiyet Chihuahua cinsi köpek oldu. Rin tin tin ödülleri olsa adayım bu sevimli ‘it’ olurdu. Ama yine de gitmek isteyenlerin moraline limon sıkmayalım. Sonuçta orta halli ama keyifli bir müzikaldi. Bu yazı aslında bir ‘Lokantacının bir tiyatro eleştirmeni olarak portresi’ şeklinde de ele alınabilir. Tabii bu cümleyi de, James Joyce ustanın ‘Sanatçının bir genç adam olarak portresi’ kitabından arakladığım fark edilecek ve yine rezil olacağım ama ne yapalım; ben buyum işte… [resim=20120121resim-185134B8][/resim] [resim=20120121resim-185134D8][/resim] [resim=20120121resim-185134G1][/resim]