“BANA BABA DEME, ABİ DE”

Yayın Tarihi : 23-01-2012 09:56
Evet genellikle her oyunun bir ikinci perdesi vardır. Şimdi biz de gelelim “Cem Yılmaz’ın Kız İstemesi” oyununun ikinci bölümüne. Ne demiş Anton Cehov ; “Eğer birinci perdede duvara bir silah asılmışsa son perdede o silah mutlaka patlamalıdır” Şimdi biz de tetiğe basıyoruz efendim. Bu seferki kahramanımız Cem’in müstakbel kayınpederi Neşet bey… Çok muhterem bir insanmış Neşet bey… Tüpraş’tan emekli, sakin, çok sevilen biri. Ama gel gör ki Habertürk’te ilk kez Cem’in, onun evine kız istemeye gideceği yazılınca, bu sessiz sakin dünyası alt üst olmuş. Eski iş yerinden telefonlar gelmeye, konu komşu sormaya başlamış; “Ooo Cem Yılmaz kız istemeye geliyormuş, heyecanlı mısın bakalım” diye. “Ben ne heyecanlı olacağım o da bir insan evladı, heyecanlı olması gereken Cem. Ben onun kayınpederi olacağım” diye cevap veriyormuş Neşet bey bu sorulara. Bir de diyormuş ki: “Cem, adam gibi adam…” Meğer aileden kimse bu konuda konuşmamaya karar vermiş, bakkala bile bir şey söylemiyorlarmış haber yayılır diye. Sanki devlet sırrı… Bizim yazı çıktıktan sonra bir de bakmış ki, kapının önünde bir gazeteci ordusu… İnsan biraz bozulur di mi? Ama her halde Neşet bey de Cem gibi hoşgörülü, yüreği geniş bir insan ki, sesini çıkarmamış. Ama merak da etmemiş değil ‘bunu nereden öğrenip yazdılar gazeteye’ diye…. Nereden bilsin adamcağız, araştırmacı savaş muhabiri İzzet Cevat Kelle’nin iz peşinde olduğunu… Evdeki yemek sırasında Cem “Bu İzzet yaktıbeni, bütün gazetecileri getirdi kapıya” diye bana olan küçük sitemlerini de dillendirmiş doğal olarak. Cem ile Ahu İstanbul’a dönünce yeni bir eve taşınacaklarmış. Kayınvalide Jale hanım da komşularına “Biz de mi taşınsak acaba, devlet memuru insanlarız, Cem her geldiğinde evin önü böyle olacaksa yandık” diyormuş. Efendim, Jale hanım da Tüpraş’tan emekli. Orada Ziraat mühendisiymiş. Eh artık çiçeklerle ilgilenmek yerine tüm sevgisini yeni çiçeği torununa yöneltir herhalde. Çiçek büyütür gibi büyütecek torununu Jale Hanım bundan şüphem yok. Gelelim o günkü menüye… Yoğurtlu yaprak sarmasını bilmiştik hatırlarsınız… Ama ana yemek olarak tandır ile iç pilav varmış. Neşet bey acayip iyi yemek yapar özel misafirleri gelince kendi girermiş mutfağa. Eh, damadı gelince yine kendi elleri ile pişirmiştir herhalde tandırı. Bu arada merak edenler için söyleyelim. Gazetelerdeki fotoğraflarda kayınpeder ile Cem’in yanında oturan da Neşet beyin ilk eşinden olan oğlu Batu.. Balkon demişken, Jale hanım orada otururken üşümesin diye Cem’in sırtına kendi montunu koymuş. Jale ablam pek kolluyor damadını anlaşılan. Neşet bey çok alemci ve kafadan bir insanmış. Bu yüzden çok iyi anlaşmışlar Cem ile. O geceki muhabbet sonunda Cem ve Ahu İstanbula dönmekten vaz geçmişler. Ertesi sabah ballı kaymaklı bir kahvaltı ile devam etmişler sohbete. Zaten dışarıda gergin görünen Cem evde bir o kadar keyifli ve neşeliymiş. Aile arasında en merak edilen sorulardan biri de Cem’in Neşet beye nasıl hitap edeceği. Cem bir ara eski Türk filmlerdeki o meşhur cümleyi söyleyivermiş ; “Size baba diyebilir miyim?” Neşet beyin cevabı da şöyle olmuş “Hayır bana baba deme abi de” böylece abi-kardeş oluvermişler. Bu arada Ahu kızı da ihmal ettik biraz. Cem ile olan sevgileri öylesine barizmiş ki bütün yemek boyunca elleri elerinden, gözleri gözlerinden ayrılmamış. Allah nazardan saklasın… Vallahi bütün bunları duydukça seviniyorum. Cem gibi bu ülkeye mal olmuş bir insanın böylesine mutlu olması beni de çok mutlu ediyor… Şimdi bütün bunları nereden öğrendin, yine havalındaki hemşire mi fısıldadı kulağına diyeceksiniz. Hayır efendim; başta da dedim ya, benim adım araştırmacı gazeteci Kelle… İzzet Cevat Kelle…