84'LÜK DON KİŞOT VE 'MARKİZ' KARDEŞİ!

Yayın Tarihi : 22-01-2012 09:40
Güler Hanım çok genç ve güzel görünüyorsunuz, bu işin içinde bir neşter vardır herhalde Ben estetiği hayatın bir parçası olarak görüyorum. İnsan kendinde beğenmediği yerler olduğu zaman bunları değiştirmeli. Çok doğal bu. Çünkü güzel bir kadın her zaman kendine daha çok güvenir. Ben de Sophia Loren gibi "Bol bol su içiyorum, ondandır" diyeceksiniz diye korkmuştum. Neyse güzellik sırrını aldık peki her daim nasıl böyle şık oluyorsunuz? Bir kere ben marka takıntısına karşıyım. Herkesin elinde aynı Hermes çanta… Bu ne bir şıklık ne de bir stil göstergesi. Mesela ben her yerden giyinebilirim. En iyisini, en pahalısını da giyerim, yakışıyorsa en ucuzunu da. Bu kendine güven meselesi. Bir tek çantada markaya önem veriyorum. Valizlerim bile Louis Vitton… Gelin şimdi bir zaman tüneline girelim, geçmişe dönelim. Nasıldı çocukluğunuz? Herhalde mürebbiyeler, gümüş tepsiler, altın kaşıklar falan… Haldun’un zaten mürebbiyesi varmış, ama ben doğunca Almanya’dan başka bir mürebbiye getirmişler. Hem de diplomalı filan. Onun elinde büyüdük, Alman kültürüyle tabii… Haldun Bey'den laf açıldı madem, kendisi gelmeden biraz dedikodusunu yapalım; Yaramaz bir çocuk muydu? Hem de nasıl… Olmayacak şeyler yapardı. Ben çok usluydum. Ödüm kopardı onun yüzünden cezalandırılacağım diye. [b]GÜMÜŞ TEPSİLİ EVDEN MAHALLE İLK OKULUNA[/b] Uslu küçük kız Güler ilkokulda nasıldı? Kocaman kurdeleli bir kızdım. Mürebbiyem ile mahalledeki ilkokula giderdik. Yoksul ailelerin çocukları ile birlikte okuduk. Bir yanda Alman mürebbiye, diğer yanda mahalle ilkokulu… Bir nevi kültür şoku, adaptasyon zor olmadı mı? Zor oldu ama düşündüğün açıdan değil. Ben Avrupa’dan getirilen kurdelelerden takardım ama okul arkadaşlarımın ucuz, tafta kurdelelerini kıskanırdım. Biz öğle yemeği için eve giderdik, onlar yemekhanede yerlerdi, imrenirdim. Koleje verdiklerinde ağlayarak ayrıldım okuldan. Hangi kolejdi? Amerikan Kız Koleji. Ama matematik, kimya filan derken bunaldım orada, sonra Londra’ya gittim okumaya. (Konuşmanın tam burasında kapı çalınıyor; gelen Haldun Dormen… Haldun Bey tüm kibarlığı ile geç kaldığı için özür diliyor. Beni sorarsanız, kibarlıktan kırılacağım. Şaka bir yana, yıllarını tiyatroya adamış bir duayen ile karşı karşıya olmanın heyecanı ve keyfi başka oluyor doğrusu…) Güler Hanım, otoriter bir ağabey miydi Haldun Bey? Öyle gezmelere tozmalara filan karışır mıydı? Hoş, usluydum diyorsunuz ama... GY: Yok öyle şeyler yapmazdı. Ben zaten onun sözünü dinlerdim. Tiyatro yaptığım zaman da dinliyorum. Hem ağabeyim hem yönetmenim çünkü… [b]SAKAT BACAKLA DA AKTÖR OLUNUR[/b] Tiyatro demişken sizin tiyatro maceranız nasıl başladı? GY: Valla Haldun’un emrivakisi ile… Yine ağabey sözü dinledim diyorsunuz yani GY: Eh öyle. Yeni çocuğum olmuştu. Sıkılıyordum. “Haydi, gel tiyatroya kostümleri yap” dedi Haldun. Önce biraz mızmızlandım ama sonra başladım. O gün bugündür devam ediyor. Peki, Haldun Bey sizin tiyatro tutkunuza gelirsek, sizinki de birinin emrivakisiyle olmadı herhalde… HD; Ben kendimi bildim bileli bu işin içinde olmak istiyordum. Bizim ailede bir sanatçı yok. Hatta babam Kıbrıs’ta kolejde okurken sahneye çıktığı için büyükbabam onun altı ay suratına bakmamış. Ama babanız Sait Ömer Bey sizi tiyatro eğitimi için Amerika’ya Yale Üniversitesi'ne göndermiş. HD; Amerika’dan çok önce başladı tiyatro sevgim. Daha önce dediğim gibi, kendimi bildim bileli hep sanatçı olmak istiyordum. Babam Yale'e gönderdi ama ilk başlarda çok da istekli değildi. Peki, nasıl razı oldu sonunda? Sahneye nasıl bir 'oyun' koyup ikna ettiniz onu? HD; Baktı ki vazgeçecek gibi değilim, olacaksa en iyisi olsun diye okuluna gönderdi beni. Sormaya çekiniyorum ama doğuştan mı bacağınızdaki aksaklık? HD; Yok çocukluktan… Önce futbol oynarken sakatlandım, sonra Hırsız-Polis oynarken damdan düştüm… Demin Güler Hanım’a sizin için ‘yaramaz mıdır’ diye sormuştum şimdi cevabını çok iyi aldım… Peki, tedavi filan? HD; Annemler yurt dışındaydılar, bir ay sonra geldiler. Ben de bir süre sakladım olanları. GY; Haldun'un huyudur rahatsızlıklarını saklamak. HD; Neyse sonra ameliyat filan derken doktor bir sinirimi kopardı, sakatlık kaldı. Sahneye çıkma hayalleri nasıl oldu da suya düşmedi? HD; Düşmedi, tam aksi, onu aşma çabası güç verdi… Ben zaten önce yönetmenlik okuyordum. Bir yönetmenin oyunculuk yapmadan yönetmenlik yapmasının mümkün olmadığına inandığımdan oyunculuk bölümüne de yazıldım. Bacağınızdaki sakatlık sorun olmadı mı? Hep korsan rolü oynarım diye korkardım ben doğrusu… HD; Önceleri idare ediyordum. Bir gün Sezar’ı oynarken kendimi zorlamışım. Öğretmenim “Sen komik bir şey yapıyorsun ayağınla. Gerek yok bu karakterde onu yapmana” dedi. Ben de ağzımdan bacağımın sakat olduğunu kaçırdım ve kadın perişan oldu. Hoca perişan ya siz? HD: Benim umurumda bile değil, o an kafamda bir ışık yandı. Düşün o kadar zaman idare etmişim, sakat değilmişim gibi 'rol yapmışım'. Derhal hocamın yanına gittim “Siz bana hayatımın en büyük iyiliğini yaptınız. Bu zamana kadar fark etmedim, aktörlük yapabilirim” dedim Aksak ayakla da aktör olunur diyorsunuz yani... HD; Üstesinden gelinmeyecek bir sorun değil. Azmettim başardım. GY: O kadar iyi idare eder ki, sakatlığını kimse fark etmez. HD: Bazen yakın arkadaşlarım bile "Sahnede seni seyrederken farkında olmuyoruz" diyorlar. [b]YENİ DİZİMDE KEŞKE KIVANÇ’I OYNATSAM[/b] Sinema yönetmenlerin, televizyon senaristlerin, tiyatro da aktörlerin sanatıdır derler. Siz bir tiyatrocu olarak televizyona nasıl bakıyorsunuz? HD; Ben sanatçıyım. Tiyatronun da dizinin de yerleri ayrı. Halka dönük işler yapmaktan hoşlanıyorum. Hamlet de olurum, Heredot Cevdet de diyorsunuz yani... HD: Tabii, ayrıca ‘Dadı'yı inkar edemem. ‘Dadı’ benim ismimi çok popüler bir hale getirdi. Var mı yeni bir dizi çalışmanız? HD; Evet, Nevra ve Metin Serezli ile yeni bir diziye başlıyoruz. Günümüzün popüler isimlerinden birileri de olacak mı dizide? HD; Keşke vakit bulabilse de Kıvanç olsa, çünkü çok iyi bir oyuncu oldu. Murat Boz’da da ben aynı ışığı görüyorum. Yeni müzikalim için onu düşündüm ama maalesef tarihlerde anlaşamadık Yeni müzikal mi? ‘Şen Sazın Bülbülleri’ yine mi şakıyacak yoksa? HD; Şen saz değil ama Mayıs ayında ‘Fetih’e başlıyorum… Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul'u fethinin değişik bir yorumu… Ben yazıyorum, ben yöneteceğim, kostümler de Güler’den. [b]KEŞKE BETÜL MARDİN’İ ENGELLEMESEYDİM [/b] Seyirciyi de fethedeceğinizden şüphem yok. Biraz da özele girelim Haldun Bey; Eski eşiniz Betül Mardin'le hala devam eden bir dostluğunuz var, evlendiğiniz zaman Betül Hanım'ın bu kadar önemli bir iş kadını olacağını düşünebilir miydiniz? HD; Betül ile çok genç yaşlarda evlendik. Onda her zaman bir potansiyel vardı… Aslında, o da zamanında tiyatrocu olmak istiyormuş diye duydum, niye bir el atmadınız bu duruma? HD; İşte bu benim içimde ukde olarak kalmıştır. Çok istedi Betül tiyatro yapmayı. O zaman ben “Bir evde iki oyuncu olmaz” diye tutturmuştum. Ne yani "Elinin hamuruyla tiyatroya gelme" mi dediniz? Yakıştıramadım size Haldun Bey, pişman oldunuz mu peki? HD; Hem de nasıl. Eğer o günlerde ben diretmeseydim, Türk tiyatrosu çok büyük bir oyuncu kazanacaktı. Ama kader işte, o da kendi kariyerini yaptı. Peki, Betül Hanım sizi destekler miydi? HD; Her zaman, hala da destek. Çok yakın dost olduk. Hastalansam hemen gelir, bir şey olsa hemen telefon eder. [b]AYŞE ARMAN’IN BAZI YAZILARI BENİ RAHATSIZ EDİYOR[/b] Oğlunuz Ömer Dormen de önemli bir iş adamı artık. Ayşe Arman ile evlenince de 'magazinsel' bir damat oldu… Gelininizle aranız nasıl? HD; Çok severim. Ama fazla ailesinden bahsetmesi, kocasına olan aşkını anlatması beni rahatsız edebiliyor. Ben bayılıyorum doğrusu tüm yazılarına. Peki, çekiyor musunuz arada sırada kulağını? HD; Yok canım. Koskoca kadın, nasıl karışayım? Ben Ömer'in yerinde olsam yapma derdim, ama onların bileceği iş. Söz evlilikten açılmışken, Güler Hanım siz de iki kere evlendiniz, bugün de mutlu bir beraberliğiniz var... GY; Evet ilk eşim Hikmet Erenyol. Nasıl tanışmıştınız? GY; Bunlar o zamanın sosyetik gençleriydi. Hikmet’in teknesi vardı, beni alır gezdirirdi, öyle başladı işte. Ölümüne kadar 17 yıl evli kaldık. [b]OĞLUMUN İNTİHARINDAN SONRA DİBE VURDUM[/b] Sizi çok üzmeyecekse, Hikmet beyden olan ve sonra kaybettiğiniz oğlunuzdan bahsetmek istiyorum; Ali Sait’ten… GY; Tabii konuşalım. Memnun da olurum. Ben onun anılmasını istiyorum, unutulmasını değil. Dünyanın en iyi kalpli ve en hassas insanıydı. Ama maalesef rahatsızdı. Bu biraz da aileden gelen bir şey… Erenyol ailesinden. Nasıl aileden gelme? Kalıtımsal mı? GY; Öyle… Sinir hastalığı varmış Erenyollar’da. Zaten Hikmet’in ağabeyi de intihar etmiş. Hikmet’i de Ail Sait 11 yaşındayken bir trafik kazasında kaybettik. Belki o da intihardır bilinmez ki.. Zaten oğlumun ölümünden sonra Haldun “Keşke bizim aileye çekseydi” diye çok yakındı. Nasıl öğrendiniz, böyle bir haber nasıl verilir ki bir anneye? Seyahatten dönmüştüm. Eve girdiğimde Haldun ve en yakın iki arkadaşım karşıladı. Yüzlerine baktım ve aniden “Öldü mü?” diye sordum. Daha 25 yaşındaydı… Demek bekliyordunuz. Çok zor bir durum ama ne yazık ki kaderin önüne geçilmiyor! GY; Öyle ama bir yerde diyorum ki hep hastalıklı kalacağına, hep korkular içinde yaşayacağımıza belki de böylesi daha hayırlı oldu. Çünkü Ali Sait son zamanlarında ilaçla yaşıyordu. Hep gözüm telefondaydı,hep tedirgindim, hep korkuyordum… Sonunda bir inşaattan kendisini aşağıya atmış. Nerede olduğunu sormayın bilmiyorum. Ne zaman kaybetmiştiniz? 17 Şubat 1990… Böyle bir acıya dayanmak çok güç olmalı… H.D: Çok güçlüdür Güler… Bu bize aileden kalma bir özellik… GY: Ali Sait'i kaybettikten sonra sadece 15 gün insanlarla iletişim kurdum. Sonra içime kapandım. Çok ağladım, çok kafamı vurdum duvarlara, kimse görmedi. Önce dibe vurdum. Kendi kendime ya onun gibi intihar edeceksin ya da yaşayacaksın dedim. Bu zor zamanlarda en büyük destek kimden geldi? Tabii başta Haldun ve eşim Muhtar… Arkadaşlarım da destek verdiler ama o arada beni çok etkileyen bir şey oldu. Aradan bir süre geçtikten sonra Muhtar ile Kazablanka’ya gittik.Bir gün Marakeş’e gitmek için araba kiralamıştık. Şoför bize “Çocuğunuz var mı?” diye sorunca, Muhtar bocaladı, cevap veremedi… Çünkü Ali Sait’in vefatından sonra ilk defa onun hakkında bir soru sorulmuştu bize. Siz nasıl tepki verdiniz? Ben donup kalmıştım. Bunun üzerine şoför neden bu kadar sessiz ve hüzünlü olduğumu sordu. Muhtar da durumu anlattı… Şoför de sorduğuna pişman olmuştur. Aslında Muhtar arabadan indikten sonra bana döndü ve dedi ki; “Bizim kralımız da oğlunu kaybetti, kraliçemizin en sevdiği çocuğuydu. Fakat böyle şeyler oluyor, kadere müdahale edemiyorsunuz, hayat devam ediyor.Allah'ın bir bildiği vardır” Beni asıl etkileyen tesellinin hiç tanımadığım bu şoförden gelmesiydi. Böyle trajik bir ölümün ardından insanın yeniden kendini bulması daha da zor olmalı... Kolay değildi tabii ama sonra kendimi buldum. Gencay’a (Gürün) çok müteşekkirim bu konuda. 15 sene tiyatro yapmamıştım. Gencay Dormen Tiyatrosu'nda ‘Çılgın Sonbahar'ı sahneliyordu. Zorla beni çekti aldı. Tiyatro can simidiniz oldu yani... Evet, öyle toparladım kendimi. [resim=20120122resim-185135B1][/resim] [b]SEMİRAMİS PEKKAN HAYATIMDA AÇAN BİR ÇİÇEK GİBİYDİ [/b] Derken bir acı daha…Muhtar Beyi de kaybediyorsunuz… Buna sonra gelmek istiyorum; Haldun Bey, Betül Hanım’dan sonra iki yıl nişanlı kaldığınız Semiramis Pekkan ile çok emek verdiğiniz bir ilişki yaşamışsınız. HD; Semiramis boşanmamdan sonra açan bir çiçek gibiydi benim için. GY; Biz çok sevdik Semiramis’i, çok şekerdi. Ama Haldun sonunda “Evlenemeyeceğim” dedi. Herkes çok istemiş evlenmenizi Haldun Bey, neden olmadı? HD; Benim de çok değer verdiğim bir insandı Semiramis ama evlilik defterini kapatmıştım artık. Ayrıldıktan sonra görüştünüz mü? HD; Londra'dayken Ercüment (Karacan) ile beni bir davete çağırmıştı. Orada bir koku hediye etti bana. 35 sene o ‘Grey Flannel' kokusunu kullandım. Yine tiyatroya dönmek istiyorum; Tiyatroyla aranızdaki aşk fırtınalı bir ilişki biraz da sanırım. Onu ayakta tutmak için mücadele etmek gerekiyor, bir ara iflas bile ettiniz. HD; Öyle oldu… 17 Ağustos depremi çok etkiledi bizi. Tiyatromun konumu da elverişsizdi… O günlerdeki deprem korkusu bizi de bitirdi. [b]HALDUNUN BANKADA HİÇ PARASI YOK[/b] Bu mesleğe bunca yıl emek verdikten sonra birikmiş paranız falan vardır herhalde. H.D: Yok… G.Y; Bankada da hiç parası yok Haldun’un. Tiyatroda çok para kaybetti. "Benim çok başka zenginliklerim var" diyenlerden misiniz Haldun Bey? HD; Doğru, ben hep zengin yaşadım, ama bankada param olmadı. Çünkü olanların hepsini tiyatroya harcadım. Evet, kaybettim ve geriye baktığım zaman iyi ki yaptım diyorum. Bu saygıyı ben parayla pulla kazanamazdım. Keşke herkes sizin gibi bir iz bırakabilseydi bu ülkede… Güler Hanım yine size dönmek istiyorum; Hala soyadını taşıdığınız ikinci eşinizden biraz söz etsek… GY; Hikmet’in ölümünden sonra aldım başımı Londra’ya gittim. Dokuz ay sonra bir gemi yolculuğunda da Muhtar ile tanıştım… Dokuz ay ne yapar insan Londra’da, hoş alışık olduğunuz bir şehir aslında… GY; Maksim Gorki'nin büyük aşkı Rus Barones Budberg’ün evinde kaldım. Nasıl başladı bu jet-set arkadaşlık? GY: Haldun’un arkadaşıydı. Barones de tiyatroyla çok içli dışlı bir kadındı. Evde telefon çalardı, bir bakarsın Laurence Olivier arıyor, bir bakarsın Orson Welles… Bir Barones ile yaşamak nasıl oluyor? GY: Çok enteresan bir kadındı, 9 ay her gece dışarı çıktık. Gittiğimiz yerlerde beni “Meet very famous Lady from İstanbul” diye tanıtırdı. Eh, temelli yerleşseymişsiniz bari, tam Dolce Vita… GY ; Zamanla sıkılıyor insan. Sonra her şeyi geride bırakıp bir gemi seyahatine çıktım. O yolculukta da Muhtar ile tanıştım zaten… Önceki eşinizle teknede, Muhtar Bey'le de gemide tanışmışsınız. Deniz size yarıyor Güler Hanım. E, sonra? GY: Yılbaşı gecesi gemide iki Türk vardı sadece… Kısmet işte… Yirmi yıl süren ikinci bir evlilik nasip etti Allah. Sonra onu da kaybettik. Hayatım roman gibi cümlesi sizin için icat edilmiş sanki… GY; Vallahi öyle… Allah bana çok büyük acılar verdi. Tüm bunlara bir de köpeğiniz Biber’in acısı eklendi, değil mi? GY; Çok üzüldüm, ki ben evlat acısını bile yaşamış bir insanım. Uzun bir süre kendime gelemedim, bir yerden sonra o da çocuğunuz gibi oluyor zaten. Köpeklerin %90’ı gibi kanser oldu ve kaybettik malesef. Bütün bu acılarımdan sonra Allah, Halil Değer gibi birini çıkarttı karşıma. Her şeyime değer veren, destek veren bir adam. [resim=20120122resim-185135B1][/resim] [b]HAYAT ARKADAŞLIĞI EVLİLİKTEN DAHA İYİ[/b] Allah bozmasın mutluluğunuzu. Moda deyimle Halil Bey ‘hayat arkadaşı’nız… Hangisi daha güzel, evlilik mi... GY; Tabii ki hayat arkadaşlığı. Çünkü her zaman beraber değilsin, evlerin ayrı. Böylesi çok daha iyi… Siz mi istemediniz evliliği, Doktor Bey mi? GY; Önce o istemedi ama şimdi fevkalade memnunum bu durumdan. Kıskançlık oluyor mu zaman zaman? GY; Yok artık aştık onları… Eskiden telefonlarını filan kontrol ediyordum ama şimdi geçti. Peki, Halil Bey ile tanışmanız nasıl oldu? Şilepte demeyin ne olur! GY; O da çok enteresan… Önce beni başkasıyla tanıştırmak istediler.. Durun valla, aklım karıştı… Kim, sizi kiminle tanıştırmak istiyor? GY; Şimdi Koşar Deri'nin patroniçeleri Leyla, Ela kardeşler var ya! Onlar beni çok severler. Dediler ki “çok hoş bir adam var, gel yemeğe çıkalım seni tanıştıralım”. Fakat bu arada Halil’i de çağırmışlar. İyi de etmişler çünkü ben asıl talibimi değil Halil'i beğendim. Modern görücü usulü iş yapalım demişler ama hedef şaşmış galiba. GY; Şaştı ya… Halil’den hoşlandım ama adam popüler biri, etrafında bir sürü manasız karı var. Şimdi siz Halil beyi ilk yemekten beğendiniz… İkinci pası nasıl attınız, yoksa o mu hücuma geçti önce? GY; Eh, itiraf edelim bari. O yemekten sonra bana seans yapması için eve çağırdım. Geldi, ilk görüşmeden sonra bir daha aramadı, halbuki araması gerekir değil mi, sonuçta doktor ve beni tedavi ediyor. Eh adam psikiyatr. Durumu anlamış pusuya yatmıştır. Sonra siz aradınız herhalde? GY; Evet; “Bitti mi tedavi yani, ? Yoksa para vermedim diye mi aramıyorsun?” diye sorunca ikinci seansa geldi… Seans o seans, 12 yıl oldu işte. Doktor biraz çapkındı galiba, zapt etmek zor olmadı mı Kazanova'yı? GY; Olmadı da çok rahatsız ettiler önce, telefonlar filan. Etrafında çok kadın vardı ama biz birbirimize aşık olduk. Gözleri bir tek beni gördü. [b]AZ KALSIN MARKİZ OLUYORDUM[/b] Haldun Bey, kendisi söylemez ama siz bilirsiniz; gizli flörtleri oldu mu Güler Hanımın… H.D: Valla olmamıştır, her şeyi ortadadır onun… G.Y: Oldu oldu… Hiç kimse bilmez, Çok gençtim, İtalya’da bir Marki aşık oldu bana… Fransa’ya kadar geldi peşimden… HD: O kim ya? İlk defa duyuyorum. GY; Marki de Marti Racine St. Moritzo… 35 yaşında çok yakışıklı bir adamdı. Babama bile söylemedim. Beni ablasıyla tanıştırdı. Evlenseydim şimdi Markiz olacaktım… E, valla evlenseymişsiniz… Markiz Güler Marti Racine St.Moritzo hiç fena gelmiyor kulağa… GY; Aklıma bile gelmedi. Daha çok küçüğüm, babama söyleseydim öldürürdü vallahi beni…Marki çok yakışıklı ve çapkın bir adamdı. Düşün bir sevgilisi vardı onu da annesini de birlikte idare ederdi. Markiz'in ağabeyinin bir unvanı olur mu acaba? Bu arada bir şey duydum; Sizin bütün aile Fenerbahçeliymiş, öyle ki saltanat gibi babadan oğla geçiyormuş. Doğru mu? HD; Aynen öyle. Oğlum da torunum da… Aile olarak yüzyılı aşkın bir süredir Fenerbahçeliyiz. Zaten babam da zamanında Fenerbahçe’de oynamıştı. GY; Ama ben Galatasaraylıyım çünkü kocam Muhtar Yiğit Galatasaraylıydı ve evde bu yüzden sorunlar çıkardı. Son soru Güler Hanım'a gelsin… Hep bu uzun süreli evlilikler ve aşklar içinde sizi en çok etkileyen hangisi oldu? GY; Ben sadece Halil Değer’e aşık oldum. Başka kimseye değil.