DEPRESYONA GİRMEK GÜNAHTIR!

Yayın Tarihi : 25-12-2011 11:45
Önce şu kuantuma bilimsel olarak bakalım, sonra da sormak istiyorum; mesela kadınların devamlı ‘Kıvanç Tatlıtuğ benim olsun’ diye evrene sinyal göndermeleri kuantum sayılır mı? (Gülüyor) Elbette öyle bir şey yok ama önce şunu söyleyeyim her kurum ve her disiplin bilimselliği kendi tarifleri içinde sınırlandırabilir. [resim=20111225resim-185109B4][/resim] Peki ya sizin tarifiniz ? Biz kuantum ile ilgili olduğumuz için bilimseliz ama bir o kadar da değiliz. . Hoppala… Daha başından ikileme düşürüyorsunuz beni… Şöyle söyleyeyim işin içinde düşünce olduğundan kuantum bilimsellik çerçevesine hapsedilmiş oluyor. Ama ben o hapis durumunda ve kısıtlamalarda asla olmak istemem. Çekinmeden söyleyin hocam, bilimsel misiniz değil misiniz? Bilimsel olacağım diye bir iddiam yok. Sebep sonuç ilişkisi zaten bilimseldir. Biz kuantum düşüncede olaylarla düşünceler arasındaki ilişkiyi inceliyoruz. O zaman daha kolay bir soru sorayım, Kimdir R.Şanal ? Ben kendimi daha çok düşüncelerim ve yaptıklarımla anlatmayı seçerim. Kendimi bildim bileli okumayı, düşünmeyi ve sonuç çıkarmayı tercih etmişimdir. Bu yanımı kafaya taktığım dönemler de oldu. Sonra 24 yaşımda kendimi spiritüel bir ortam içinde buldum ve bütün sorularıma yanıt oradan geldi. Neyi kafaya taktınız, ‘Vah benim giden gençliğime’ mi dediniz? ‘Neden ben de herkes gibi okula gidip, kız arkadaşımla gezip tozmuyorum’ diye düşünürdüm. Normal değildim diğerlerine göre yani. Birçok arkadaşım asosyal olduğumu düşünürdü, şimdi de ‘B-sosyal’ oldum sanırım. (gülüyor) Peki, ne zaman bu konuda yalnız olmadığınızı anladınız? 45 yaşında. İnsanın 21 yıl kendisi ile savaşması kolay olmasa gerek... Aynen öyle. Devamlı okuyor ve çok düşünüyordum. Bir ara solcu bile oldum, hep bir arayış içerisindeydim. Ne kadar sürdü peki solculuk maceranız? Sadece bir hafta sürdü, çünkü bana göre olmadığını fark ettim. Bir hafta mı? Marx’ı bir haftada okumak bile başlı başına bir rekor! Marx’a göre din bir afyondu ve insanın bastonuydu. İnsanı sadece beden ve yiyecek gibi gören bir görüşü onaylamam mümkün değildi. O zaman bu fikir Türkiye’de yüz binleri nasıl peşinden sürükledi? Bunun sebebinin bizim aydınlarımızın İslam hakkındaki bilgisizliğinin neden olduğunu düşünüyorum. Tamam hocam siz koskoca Marksizm’i bir haftada geçtiniz, biz de başka bir soruya geçelim… Gençken de mi böyleydiniz? Evet, mesela bir örnek vereyim; 19 yaşımda bir tespit yapmıştım teyzemle ilgili. Yıllar sonra hastalanınca, yaptığım tespit sayesinde sadece telefonda terapi yaparak, yerinden kalkamayan teyzemi iyileştirdim. [resim=20111225resim-185109A3][/resim] BEN MUTLULUK ARACIYIM Nasıl yani, ilahi bir yanınız mı var o zaman? Herkes ilahidir zaten, çünkü O’nun halifesidir. Ben sadece onu ortaya çıkarma konusunda çok çalıştım. Eskiden doktorlar MR olmadan hastaların dertlerini nasıl anlayabiliyorsa, ben de iki-üç cümlesinden birinin karakteri hatta ilerde yaşayacakları konusunda bilgi sahibi olabilirim. Bu bana her insanda olan bir yetenek gibi görünmüyor ama neyse... Peki, bu durumda siz de bir nevi doktor musunuz, ‘Kaderlerin MR'ını çeken? Ben bilgiyi seven bir insanım ve kuantum düşünce uzmanıyım. Bilgiyi başka insanlara aktararak, onları mutlu etmeye çalışan bir mutluluk aracıyım sadece. Mutluluk aracılığı için kuantumu mu kullanıyorsunuz? Evet, çünkü kuantum olumlama hayatımıza yön verecek sihirli sözlerdir. Yönün mutluluksa, mutluluk geliyor. Bu yüzden her şey aslında yıllardan beri duyduğumuz sebep-sonuç ilişkisinden başka bir şey değil. Kuantumun özü bu kadar basit mi yani? Sebep-sonuç ilişkisi? Evet, sebebi değiştirince sonucu değiştirmiş olursun. Benim keşfim budur; düşünce ve inançların sonuçlar yaratacak güçte olması. Peki, istemediğimiz sonuçların sebebi nedir? Korkularımız… Beynin içinde ‘Amygdala’ adında çekirdek gibi bir bölüm var. İşte orası korku merkezi. Aynı zamanda yaşam ile ilgili bütün stratejilerimiz orada saklanıyor. O yüzden eğer insan korku ile kodlanmışsa orası negatif, korkudan arınmışsa pozitif oluyor… ‘Korktuğun başına gelir’ diyerek atalarımız farkında olmadan kuantumu özetlemiş galiba… Türk toplumunda korku ile kodlanma biraz yaygın diyebilir miyiz? Sadece Türklerde değil, bütün dünyada böyle bu. Dünya korkuyla, insanlar da korkutularak yönetiliyor. Bir kişiyi korkuttuğun zaman onların insani taleplerinden vazgeçmesini sağlarsın. Her devlet kendi insanını korkutur. Bu sadece politikada değil, filmlerde de var. Anne babalar da çocuklarını korkutuyor, amaç ise çocuğu hizaya getirmek ve istedikleri gibi birisi yapmak. Anne-babalar çocuklarını ‘kendi olmak istedikleri insanı yaratmak’ için yetiştirirler derler. Bu ‘Sinsi Strateji’nin en büyük silahı korku mu? Evet. Bunda aslında kötü bir niyet yok, çocuklarını korumak için yapıyorlar. Ama bu yüzden çocuk güvenini kaybediyor. Kendine güvenmeyen ama güven içinde yaşayan bir birey haline geliyor. [resim=20111225resim-185109E6][/resim] KUANTUM DÜŞÜNCEYİ KULLANAN KENDİ HAYATININ EFENDİSİ OLUR Peki, o zaman anne babamızdan alacağımızı aldık, büyüdük diyelim. Kuantum bize ne verecek? Kuantum, insanların hayatlarında sonuç yaratan düşünce biçimidir. Bilin ki, ne yaşıyorsanız gerçekte ona inandığınız içindir. Kuantum düşünceyi kullanan insan kendi hayatının efendisi demektir. İnsanlar bu şekilde bir nevi kaderlerini yaratırlar. Kadere inanmıyor musunuz o zaman? Tabii ki inanıyorum ama tanımlamasını doğru yapmak gerek. Kader, Tanrı’nın evrensel yasaları demek aslında. İnsanlar düşünceleriyle bu evrensel yasaları etkiliyor. Sen isteklerini evrene gönderiyorsun, evrenden sana geri geliyor. İşleme tabi tutuluyor orada ve senin kısmetin veriliyor sana. Kendisiyle barışık olan kaderiyle de barışık olur ve kaderiyle barışık olan da Tanrı'yla barışık olur. Bir cümleyle özetlersek... Yani ‘Zihinsel Matriks’ini değiştiren, kaderini de değiştirir… Kuantum ve Kur’an arasında bir bağlantı olduğunu söylüyorsunuz, hatta bu konuda kitabınız bile var, bunu biraz açsak... Spritüel araştırmaların derinliklerine indikçe, öte dünya dediğimiz boyut ile ilgili bilgilerin Kuran’daki bazı noktalarla örtüştüğünü gördüm. Kuran ‘Biz dünya alanını oyun ve eğlence olarak yarattık’ diyor mesela. ‘Oyun yeri’ derken ne kast ediliyor burada? Dünya insanlar için deneme alanıdır. . Her istediğini yapabiliyorsun. Kötüyü de iyiyi de. Sadece yaptıkların evrensel işleme konuluyor ve sana sonuçları geliyor. O zaman cennet ve cehennemi dünyada yaşıyoruz, öyle mi? Hem dünyada hem de ahrette. Sürekli bir dönüş olduğu için fatura bu hayatta da, diğer hayatında da devamlı kesiliyor. Faturan iyiyse cennette, değilse cehennemde olacaksın. Sizin din ile tanışmanız nasıl oldu? Çok komik hikayelerim var bu konuda. Babaannem tuhaf bir kadındı, oruç tuttuğu bazı günler iftara yarım saat kala orucunu açar, ‘Mekke'de iftar çoktan olmuştur’ derdi. ‘Süper babaanne’ymiş mübarek… Annem onun bir çocuğunu kaybettiğini bu yüzden biraz hasta olduğunu söylerdi. Peki, aileniz sizi yönlendirdi mi din konusunda? Annem bize sık sık öğütlerde bulunurdu, günah olan şeyleri anlatırdı. ‘Bunları sana kim söylüyor’ dediğimde de ‘Kadınlar’ derdi. Anlayacağın, annemin referansı Kur'an değil, kadınlardı. Ayrıca küçükken Kur’an kursuna da gitmiştim. Annenize ‘Kadınlar’ tavsiye etti herhalde! (Gülüyor) Hatim bile indirdim. 20 yaşımda da anlamını merak edip okumaya başladım. BESMELE AKORT GİBİDİR Bismillah deyip yeniden okumaya mı başladınız yani? Her şey Besmele ile başlamalı zaten. O bir niyet sözcüğüdür. Besmele ile kendinizi tüm alanlarda akort etmiş olursunuz. Akortsuz sazlarla konser nasıl kakafoniye dönüşürse, bu anlamda besmelesiz insanın işi de rast gitmez. Peki, Kuantum ile ilgili başka neler var Kuran’da? Mesela, Fatiha Suresi’ni inceledim ve orada kaldım zaten. Yaradan bize öyle bir kıyak geçmiş ki koca bir kitabı bir kaç cümlede özetleyivermiş. Buradan yola çıktım, daha da incelemeye başladığımda dudak uçuklatacak ipuçları ile karşılaştım. Neydi o ipuçları? Haydi, bizim de dudaklarımızı uçuklatın biraz… Surenin ilk cümlesi ‘Allah'a Hamd etmek’ üzerine kurgulanmış ve ‘Din Günü’nün sahibidir’ diye devam etmiştir. Kıyamet gününden bahsediyor orada, değil mi? Çoğu kişi öyle zanneder ama ‘Din Günü’ başka bir şeydir. Şunu unutmayalım.Kuranda Allah neyi kast ediyorsa o sözcükleri ifade etmeye muktedirdir. Eğer ‘Din Günü’ dediyse ‘Din Günü’dür o. Kıyamet günü değil, hesap günü değil… Burayı biraz açar mısınız? Allah diyor ki ‘Siz işinizi yürütün, ben zaten dünyayı bir oyun alanı olarak, deneme ve sınama için yarattım. Bunun biteceği bir zaman var’. Din günü işte bu. Bu da kıyametten öncedir. Bu konuya daha sonra tekrar geleceğim ama Fatiha Suresi’nden bahsediyordunuz… Mesela Fatiha Suresi'nde ‘Yalnız senden yardım ister, yalnız sana taparım’ diye yazar. İnsanların çoğu ‘beni sevsinler, beni onaylasınlar’ gibi nedenler için yeni tanrılar ediniyorlar. Halbuki ‘kulluk’ bir insanın kendisi olmasıdır. Bu da ‘cennet yolu’ oluyor ve buna ‘Sırati Müstakim’ denir, yani, ‘Dosdoğru Yol’. İnsanlar kimleri tanrısallaştırıyorlar ki? Atalarını, eşini, patronunu, devleti, çocuğunu, istediği her şeyi. Bu tapınmanın özünde ‘Ben senin benden istediğini yapıyorum, sen de benim istediğimi yap’ amacı vardır. Halbuki... Kuran’ı seçmeleri lazım. Çünkü Kur’an onları kendi mükemmelliklerine götürecek. Bir yolculuktayız biz. Tohum olarak ekilmişiz, zaten ağaç olacağız sonunda. Başka oluru yok bunun. Kıyamete geri dönelim şimdi… Japonya depremi hakkında ‘Küçük Kıyamet’ demişsiniz mesela? Evet. O depremin şiddeti dokuz olsaydı tam kıyamet olacaktı. Bütün kara parçası çökerdi. Depremler sadece kara parçalarında olmuyor. Sosyal depremler de var. Arap Baharı, Wall Street protestoları, Yunanistan da yaşananlar gibi. 2012’DE OYUN BİTİYOR Tüm bunlar Mayaların ‘mirası’ olan şu meşhur ‘2012’nin öncüleri mi? Öncü sarsıntıları diyelim. Hem toprakta bir deprem var, hem de insanların bilinçaltlarında. 2012’nin özelliği bu mu peki? Bütün bunların ortaya çıkması, açıklığa kavuşması falan… Evet. Her şey ortaya çıkacak ve temizlenecek. Bir çeşit yüzleşme zamanı. Dedikleri gibi o tarihte dünyanın sonu mu gelecek? Hayır, bu sadece zamanın ve oyunun sonu. Hata yapma ve hataları görmezden gelme oyunları bitecek. İnsanların bazı şeyleri gizleme, saklama, başka türlü gösterme şansının kalmayacağı bir döneme giriyoruz artık. Dünya ‘detoks’ mu yapıyor yani… Peki bunun sonu ne olacak? Bunun sonu ise cennet. Liderlik kavramları hatta coğrafyalar değişecek. Yeni liderler, yeni bilgileri verenler olacak. Bill Gates misali… DEPRESYONA GİRMEK GÜNAHTIR Az önce her şeyin sebep-sonuç ilişkisi olduğunu söylediniz… Geçirdikleri hastalıklara da insanların kendileri mi sebep oluyor? Aynen öyle. Uzuvlar tek tek konuşur, onları iyi dinlersen nedenini anlarsın. Mesela hayatta ilerlemekten korkan insanların ayaklarında sorunlar olur genelde. Neden sadece ayaklar.. Ayağın sana itiraz ediyor. ‘Ben bunun için yaratılmadım, ben tekamül etmek için yaratıldım ve benim görevim ilerlemek’ diyor. İlerlemeyince de hastalık başlıyor. O zaman vücudumuz bize sinyaller gönderiyor! Vücut bize her şeyin sinyalini gönderir ama biz onu görmezden geliriz. Bu yüzden hastalık bir ‘suç’tur. Bir organ et parçasından öte bir şeydir. Amaca uygun kullanılmadığında engeller çıkarır, sorun yaratır hatta isyan eder. Aman, benimkilerle bugün konuşmaya başlayayım o zaman! Şaka bir yana, hastalıklar bedenin imdat çağrısı gibi bir şey mi? Evet, onlar bir tür yardım çağrısıdır. ‘Bana dikkat et, beni yanlış kullanıyorsun” diye bağırırlar. Peki ya depresyon? Depresyon bir tür protesto. Tanrıya “Ben mi senden beni yaratmanı istedim” isyanı... Bir anlamda tanrıyı reddetmektir. O zaman yandık! Depresyona girmek günah yani? Bana göre en büyük günahlardan biridir ama insanlar günah işleme özgürlüğüne sahip varlıklar. Tabii bu Tanrı ile kişi arasındaki bir durum, biz karışamayız. Ben bunu günah sayarım ama yargılamam. Peki, kuantum ile hastalıklardan kurtulma şansı var mı? Şans ne demek! Aksi mümkün değil ki. Organlarımızı amacına uygun olarak kullanmamız gerekiyorsa, cinsellik de buna dahil mi? Cinsellik maalesef ülkemizde genelde ayıp veya günah şeklinde nitelendiriliyor. Bu tip tepkiler, bilinçaltımızda cinsellikle ilgili yanlış kodlamaları oluşturmaya başlıyor ve ileriki yaşlarda bu kodlamalar cinsel hayatımızı etkiliyor. Eyvah! Bu durumdan nasıl kurtulacağız hocam? Bunu bazı olumlamalarla pozitife çevirmek lazım... Bunlar ‘Cinsellik, benim hayat enerjimin bütünündeki en önemli parçadır ve ben cinsel arzulara sahip ruhsal bir varlığım’ gibi olumlamalardır. Cinselliğin hayattaki en doğal enerji olduğunu unutmamamız gerekiyor. AŞK SANDIĞIMIZ ŞEY BAĞIMLILIKTIR ASLINDA Size gelen insanlar en çok hangi sebeplerden geliyor? Erkekler daha çok iş ve para, kadınlar ise hastalıklar ve eşleri sebebiyle geliyor. Aşk var mı, aşk? Var tabii. Peki, nedir aşk kuantum dilinde? Öncelikle aşk benim dinimdir diyor Mevlana, kendim olmanın en geniş ifadesidir. Olmak zorunda olduğum şeydir. Ama genel anlamda iki çeşit aşk var; Egoların hakim olduğu ve gerçek olan. Nasıl ayıracağız ikisini? Bilelim de yarın öbür gün yanlış bir yola sapmayalım. Çok kolay aslında. Ego sahiplenir, sınırlar ve değiştirmeye çalışır. O sadece korkudan kaynaklanan bir bağımlılıktır. GARSONA SİPARİŞ VERİR GİBİ HAYATA SİPARİŞ VER Şu insana şiirler, şarkılar yazdıran cinsten bir aşkın formülü var mı peki… . Var tabii, ben eşimle öyle buluştum. Önce bir liste yapıyorsunuz. Garsona sipariş verir gibi hayata da sipariş veriyorsun. Aman hocam, ya garson siparişi yanlış getirirse? Dinle bak, dediklerimi yaparsan yanlış olmaz. Listenin ilk üç maddesi çok önemli, onu ‘olmazsa olmazlar’ gurubuna koyuyorsun. Orta gruba sırası önemli olmayan beş madde koyuyorsun ve bunlardan da taviz vermiyorsun. En son gruba da üç tane ‘olsa da olur olmasa da olur ama olursa güzel olur’ dediğin şeyleri yazıyorsun. Ben de böyle bir liste yapmıştım. Aklımdan da çıkarmadım hiç ve hayat beni oraya götürdü. Eşinizin de listesi var mıydı? Onun da varmış. (gülüyor) Rüyalarda değil ‘Listelerde’ buluştunuz yani... Filmde onu anlatıyoruz zaten. Bir gün arkadaşlarıyla beraberken böyle bir liste yaptım demiş. Sonra da demiş ki ‘amaan nerde o insan’. Tak, bir ay sonra oradayım. Haa doğru bir de film var. Ne zaman vizyona giriyor? ‘Eş Ruhların Eş Zamanı’ 3 Şubat’ta vizyona girecek. Deniz Seki de filmin şarkısını söyledi ve konuk oyuncu oldu. Filmde görecekler bizim hikayemizi. KIZINIZA ERKEK İSMİ KOYARSANIZ ERKEKSİ OLABİLİR Gerçek isminizi kullanmıyor muşsunuz. Neden? Bir gün içimden bir ses ismini değiştir dedi, ben de o sesi dinledim. Ne yapayım diye düşündüm. Sonra aklıma geldi; Bir zamanlar bir yazımda Şanal ismini kullanmıştım ve onu seçtim. Şan-al aslında ün al demek. Yani Şanal ismi size şöhret getirdi! Getirdi, yolum açıldı resmen. Zaten isimler çok önemli. Bugüne kadar hasbelkader koymuşlar isimlerimizi demek! Aslında bu çok dikkat edilmesi gereken bir konu. Peygamber isimleri, hayatlarını çok zor geçirmiş, yada sülaleden ölmüş insanların isimleri yerine yenileri konulması gerekir. Peki neden ölmüş büyüklerin isimleri konmamalı? Çocuğuna ölmüş birini ismini vermek, tekamülünü tamamlamamış birinin yükünü ona bindirir. Diyelim ki "sıfır kilometre" bir isim koyduk çocuğumuza, bunda neye dikkat etmeliyiz? İsmin anlamına ve cinsiyetine... Cinsiyetine mi? Tabii, mesela bir kız çocuğuna ‘Fikret’ ismini koyarsanız, o kızın erkeksi tavırlarının olma ihtimali yüksek. Desenize bizim adımıza yapılan ilk kodlamalardan biri ismimiz o zaman? Kesinlikle EVLİYKEN BAŞKA BİRİNE AŞIK OLUNABİLİR Ben yine ‘Aşk’a geleceğim… Eşinizle filme bile konu olan ilişkinizde hiç sorun yaşamıyor musunuz? Yaşıyoruz tabii. Eş ruh olsan bile ayrılmayı seçebilirsin. İnsanlar ayrılıkları başarısızlık olarak değerlendiriyor. Kafamızda hep varsayımlar var. Mesela evli iken başka birine aşık olamazsın! Neden olamayasın ki? Elbette olabilirsin. Ne diyorsunuz hocam, bu ihanet değil midir? Aşık olabilirsin ama onunla birlikte olmak ihanettir. O da beyin sadakatsizliği ama… Beynen ihanet diye bir şey olur mu? Bunun gibi varsayımlar bizi esir alıyorlar. Ben artık ‘yemezler’ durumundayım. Tekamül açısından hastalıkların anlamı Hastalıklar insanın tekamülünde bulunduğu noktayı nerede ve neden aksadığını gösteren işaretlerdir. Reflü: Gerçek duygularını ifade edememek. Büyümek ve olgunlaşmaktan korkmak. Rahimde miyom: Dişiliğin reddi ve cinselliğe karşı direnç. Boyun fıtığı: İddiacılık, esneklikten yoksunluk, her zaman güçlü görünme isteği. Kabızlık: Hayatın akışına güvenmemek, kontrol etmek, bırakırsam sorun çıkar düşüncesi. Yüksek tansiyon: Yaşamın neşeli yanını inkar, içe atılmış derin öfke ve kızgınlık, görevi fazla abartmak. Panik atak: Ebeveynin koruyucucu gücünden yoksun ve kendini yalnız hissetmek Gastrit-Ülser: Hayatı tehlikeli bulmak, kaygı ve kendini ifade edememek. Sivilceler- Yakınlarına karşı duyulan kızgınlığın ve bunun içe atılması. Kendini ifade etmek konusunda engelle karşılaşma. Alkol bağımlılığı- Güvensizlik, kendini ifade edememek, güvensizlik, yanlış anlaşılmaktan korkmak.