AŞK İKİ KİŞİLİK DEVRİMCİ BİR ÖRGÜTTÜR!

Yayın Tarihi : 19-05-2012 10:25
Ama geçen gece Ali Poyrazoğlu’nun ‘Asi Kuş’ adlı oyununa gidince allak bullak oldum ve bu konudaki düşüncelerim 7.9 şiddetinde bir depreme uğradı. Bildiğimiz bir opera eseri değildi izlediğim. Bizet’in ünlü Carmen’inden yola çıkarak, operayı, sinemayı, tiyatroyu, komediyi ve dramı kullanarak bize tam bir hayat dersi verdi Ali usta… [resim=20120519resim-185336E4][/resim] Bana kalırsa oyunu asıl izlemesi gerekenler “Carmen’i artık ezbere biliyoruz canım, bunda yeni ne olabilir” diye sağa sola hava atanlar olmalı. Evet, İspanya’nın Sevilla kentinde 1800’lü yıllarda yaşayan güzel ve ateşli Carmen’in karşılıksız aşkını hepimiz biliyoruz. Ama Ali bu öyküyü bambaşka bir yere bağlıyor. Ona göre başkaldıran sanatın, başkaldıran bir başyapıtı Carmen. Bizleri de kimi zaman güldürüp, kimi zaman hüzünlendirirken başkaldırmaya çağırıyor. Tabii bu arada bütün oyunculuk gücünü kullanarak müthiş bir performans sergiliyor. Koskoca oyunu tek başına götürüyor. Dev ekran’da bu güne kadar Carmen’in bütün macerasını anlatıyor. Çizgi filmlerden Abdülhamid Oslmanlısında sahnelenenen oyuna kadar. Ali Poyrazoğlu tiyatrosu , 1972 yılında kurulmuş, bu oyunla 40. yılını kutluyor Ali. Sahneye çıkınca ortalık yıkılıyordu. Ama o yine de alkışı beğenmemiş ayağına yattı ve espriyi patlattı; “40 yıllık tiyatrocu olarak gerçek bir sanatçı gibi alkış almak istiyorum, Serdar ortaç sahneye çıkmışcasına alkışlayın, ıslıklar çığlıklar filan” dedi.. Sonra Carmen için yaptığı ‘Kaşar’ esprisi oyun bütününe karşı olmasına rağmen nasıl büyük alkış aldı anlatamam. Aslında fazla şamata yapmanın bir alemi yok. ne kadar anlatsam, neler söylesem boş… Gidip görmek lazım Ali usta’nın hayat ustalığını… Tek kişilik oyunların çoğunun geyik muhabbetleri ve belden aşağı esprilerle dolu olduğu bu dönemde kostümsüz, makyajsız bomba gibi bir Ali Poyrazoğlu var sahnede. Ama iyi ki var… Ben en iyisi bu ukala tiyatro allamesi havalarını bırakıp kulise döneyim… *** AŞK İKİ KİŞİLİK DEVRİMCİ BİR ÖRGÜTTÜR Oyun öncesi Ali ile yarım saate sığdırdığımız ama içeriği dolu dolu bir sohbet yaptık. “Neden Carmen” diye sordum ilk olarak. “Çünkü” dedi, “Carmen bir devrimcidir… Tıpkı aşkın iki kişilik devrimci bir örgüt olması gibi…” Hoppalaaa…. “Biz nereye geldik” diye sağa sola yardım aramak için bakarken Ali bir makineli tüfek gibi başladı konuşmaya; “Evet, aşk iki kişilik bir başkaldırıdır. Gerilmiş bir cambaz teli düşün. İnsanlar ellerinde denge kurmak için birer sopa kavuşmak için bu sırat köprüsünden birbirlerine doğru yürürler…” Bir yandan lafı nereye getirecek diye merak ediyorum, diğer yandan bu entelektüel konuşmanın uzaması halinde bizim sahip Selçuk Tepeli'den yiyeceğim sopayı düşünüyorum. Ama Ali oralı değil, devam ediyor anlatmaya; [resim=20120519resim-185336C5][/resim] “ Denge sopasının bir ucunda akıl zekası, diğer ucunda gönül zekası vardır. Aşıklar, her ikisini dengeleyerek birbirine kavuşmaya çalışırlar. Düşünsene toplumun gerdiği ipin üstüne çıkmışsın,aşağıda kalabalık bağırıyor,çağırıyor,karşı çıkıyor.Kimi yuhalıyor,ipin gerildiği direkleri sallayanlar bile var ” “Manyak mı bunlar” dedim” “Bunlar insan” dedi cevap olarak. “Birbirine doğru yürüyen iki sevgilinin dengelerini bozup ayaklarını kaydırmak için aşktan aşağı düşüp sakatlansınlar hatta ölsünler diye aşk telinde denge uzmanlığına çıkanlara yapılmadık bırakılmaz.Ateş püskürtülür, taş atılır, laf atılır. Bütün ışıklar söndürülür,karanlıkta aşkta aşağı yuvarlansınlar diye. Altlarında ağ varsa güvenlerini kaybetsinler diye onun da ipleri kesilir." Eyvah dedim içimden, Ali usta devam etti,"İpin üzerindekiler toplumun bu değerlerine kendilerin kabul ettirmek için çaresiz düşerler aşağıya. Ve aşk sakatlarına dönüşürler. Aşk sakatları topal topal sağda solda dolaşıp kendisi gibi başka sakatları arar…” “Neden?” diye sordum salak salak… “El ele tutuşup birlikte yürümek için” dedi ve devam etti; “Bazen birbirlerini bulurlar, bazen bulamazlar. Ortalıkta topallayarak yürüyen birini görürsen o, aşk sakatıdır. Bazen kol kola yürüyen iki sakat görürsün, Onlar da telden düşmüşlerdir ama birbirlerini bulmuşlardır.” Olay giderek benim zeka boyutlarımın dışına taşıyordu ama yine sormadan edemedim. Aşk Ali Poyrazoğlu için ne ifade ediyordu. Meğer onun için aşk, iki kişinin birbirini keşfetmesiymiş. Emek vererek, aşkın küflenmesine engel olup el ele birlikte ileriye doğru yürümekmiş. *** Bu suya sabuna dokunmayan cevabı aldıktan sonra birden fark ettim ki, Opera, Carmen filan derken Ali Poyrazoğlu ile aşk üzerine sıkı bir muhabbete girmişiz. Hemen asli görevimi hatırlayıp kibar bir şekilde konuya döndüm. Ali tam bir Carmen kompetanı… Öyle şeyler anlattı ki bu ateşli kadın hakkında şaştım kaldım. Carmen bir isyankar, üstelik Bask militanıymış ve aşka da bu gözle bakıyormuş. Zaten ünlü şarkısının sözleri de, aşkı; “hiçbir zaman ehlileştirilemeyen asi bir kuş” olarak tarif ediyor. [resim=20120519resim-185336C6][/resim] Benim asıl merak ettiğim Carmen’in bestecisi Bizet’ydi. Nasıl olmuş da adam böyle bir efsane yaratabilmişti? “Onun asıl dehası nerede biliyor musun” dedi Ali “ İspanyol ruhunu bütün dünyaya aşılayan oradaki zeytin, portakal ağaçlarının kokusunu bize hissettiren bu müziği besteleyen adam hayatında bir kez bile İspanya’ya gitmemiş. Sanatın gücü bu işte. Benim de oyunda anlattığım aynı şey” MARKA OLMAYI YÜZÜNE GÖZÜNE BULAŞTIRANLAR VAR Sonra birden Carmen jikletleri, Carmen Kuaförü, Carmen terzisi gibi ergenlik günlerimin İstanbul’undaki Carmen furyası geldi aklıma… “Kadın harbiden bir marka olmuş”dedim… Güldü Ali; “Bir dönem pavyonlarda da Carmen Leyla, Carmen Müzeyyen’ler vardı… Marka dediğin bu işte…” Bir ara “Diş macunu muyuz ki marka olalım” diye bir kelam etmişti Ali, onu hatırlattım. “İster istemez markaya dönüşüyoruz. Her sanatçı, kendi markasını korumak zorunda. Yüzüne gözüne bulaştıranlar var o ayrı…” Eh artık kim bunlar diye sormak farz oldu tabii… Cevabı da anlamlıydı ; “İkoncanlara bak, anlarsın...” HATALARIMIN ÜNİVERSİTELERİNDEN MEZUN OLDUM “Mutlu musun peki” diye sorduğum zaman aldığım cevap kendime olan güvenimi yerine getirdi: “Yüzde yüz mutlu olmak sadece aptallara mahsustur. Mutluluk bir durak değil yolculuğun adı. Mutluyum çünkü hatalarımın üniversitelerinden mezun oldum.” Bu üniversitede ders aldığı en büyük hata ise işlere boğulup aşka yeterince zaman ayıramamasıymış. Yani bu aralar aşık değil Ali Poyrazoğlu. Peki ya günlük ilişkiler. Bakın ne diyor o konuda da : “ İstiyorum heves ediyorum ama günü birlik aşk fast food gibi. Hamburger gibi yiyorsun yiyorsun, yine acıkıyorsun… Ulan şimdi yedim diyorsun. Ama o yemek değil ki…