BEN MUHAFAZAKAR ÇAĞDAŞIM

Yayın Tarihi : 15-01-2012 10:41
[resim=20120115resim-183649D1][/resim] [b]Günseli Hanım size bakınca merhaba yerine koniçiva demem gerekiyormuş gibi geliyor. Görüntünüze de yansıyan şu Japonya sevdasından başlayalım mı?[/b] Ne demeliyim ki bu konuda? Eğitimim, eski eşim, çocuğum, hepsi Japonya’nın bana armağanları… Görüntüm ise Allah vergisi. [b]Japonya tamam da Türk gelenekleri üvey evlat muamelesi görmüyordur herhalde?[/b] Kendi geleneklerimize sıkı bir sekilde bağlıyım. Benim görüntüme aldanıp ‘Çılgın Kato’ filan diye başlık atıyorlar. Aslında çılgınlıkla hiç alakam yok. [b]Size muhafazakar marjinal demek geliyor içimden. Ne demekse? [/b] Neden olmasın! Önce muhafazakarlık, edep, gelenek bilmelisin ki çağdaş olabilesin. Bana ‘muhafazakar çağdaş’ demek daha doğru olur. [b]Muhafazakar çağdaş gibi ikilemli bir titri kendinize yakıştırırken, bunun getirdiği rahatsızlıkları hissediyor musunuz?[/b] Bazen hissediyorum. Yetiştirilmeden gelen bazı korkuları var insanın. Anne korkusu, baba korkusu, yanlış yapmama korkusu, Allah korkusu... Aslında bizi tek izleyen Allah. Yanlış bir şey yapmamak için çaba harcıyorsun ve bu senin hayat felsefen oluyor. [b]Dini inançlarınız kuvvetli galiba? [/b] Evet, bunu söylemekten de gurur duyuyorum. [b]Bu düşünce tarzı, bu çılgın imaj sizi halktan koparmıyor mu? [/b] Hayır, ben halkın içinde yaşıyorum. Araba kullanmıyorum, şoförüm yok. Taksiye de biniyorum, minibüse de. Tarihi Yarımada’da, Eminönü'nde de çok vakit geçiriyorum. [b]MAVİ SAÇLARIMA TAKILANLAR İSTİNYE PARK'TAKİLER[/b] [b]Eminönü’nde çivit renkli saçlarınıza bakıp da “Mahallenin delisi" geldi diyenler olmuyor mu? [/b] Oralarda hiç olmuyor. Ama mavi saçlarıma bakıp da, takılanlar kimler biliyor musunuz? İstinye Parkta'kiler… [b]“Neden saçların mavileşmiş arkadaş” diye sorsam ne cevap verirsiniz?[/b] Herkesin düşündüğü gibi marjinal olmak için değil. İnsanlar hayatlarındaki bir travmanın ardından kendilerini yenilemek isteği duyuyor. Sizinki de boşanma öykünüzden mi kaynaklanıyor? Annem boşandığında kahkül kestirip saçının modelini değiştirmişti. Gel istersen baştan başlayalım. Ben 1981 yılında Japonya'ya gittim. Oraya hayran kaldım ve tam bir Japon kadını olma yolundaki maceram başladı. Bildiğim kadarıyla Japonlar İllimünati gibidir. Aralarına yabancıları pek kabul etmezler. Haklısın ama ben şanslıydım. Hafif çekik gözlerim, beyaz tenim ve siyah saçlarımla Uzakdoğulu bir görüntüm vardı. Biraz iri olmasam kimse beni yabancı sanmazdı. Hoş, şimdi gitsem kimse fark etmez ya... Hepsi obez oldu artık. Baştan başlayalım dediniz ama hala neden gittiğinizi söylemediniz… Önce okumaya gittim. Tokyo Güzel Sanatlar Fakültesindeyken Osmanlı geleneklerinden yola çıkarak Japon resmi üzerinde çalışmalar yapıyordum. [b]JAPONYA'DA ÖĞRENCİLER BANA İKİ YIL SELAM VERMEDİ[/b] [b]Nasıldı Japonya’da öğrenci olmak?[/b] Ben okulda yabancıların alınmadığı, Japonların başkaları tarafından öğrenilmesini istemedikleri geleneksel sanatlar bölümüne girdiğim için iki yıl öğrenciler bana selam bile vermediler. Ne güzel bol bol çalışacak vaktiniz olmuştur. Eh biraz öyle oldu. Bir gün fakültenin rektörü, beni sonradan kayınpederim olacak kişiyle tanıştırdı. Kader, Japonya’da da kader desenize… Öyle. Kayınpederim benim branşımda bir duayen. Şah döneminde İran’da kazılar yapmış. Metropolitan'da bile olmayan eserlerin bulunduğu özel bir müzenin sahibi kendisi. İran ve Selçuklu tekniğini yeni bir yorumla Japon seramiğine dönüştürmüş.Onun yanında çalışmak için can atıyordum. Kayınpeder turnayı gözünden vurdu desenize, sizin gibi bir yeteneği hemen kapmıştır herhalde. Hiç de kolay olmadı. Çok ısrar ettim. “Ne olur, hizmetçiniz olayım, yerleri süpüreyim, yeter ki beni kabul edin, sanatınızı öğretin” diye yalvardım. [b]Neden sizi böyle süründürüyor da, alıvermiyor hemen yanına? [/b] Kendi kültürlerini öğretmek istemiyorlar. Öylesine tutucular. Ama benim eserlerimi görünce kabul etti. “Sana bir hasır oda veririz, orada uyursun, atölyedeki seksen işçiyle birlikte çorba içer, tuvaleti paylaşırsın” dedi. Sert gibi görünse de çok naif biriydi. Böylece yeni bir hayatın kapıları açılıyor… Ama o kapılardan girmek de güç galiba… Hepsi ufak tefek. Ama ben tipik bir Japon gibi yaşamaya başladım. Onlar nasıl yer, nasıl yatar, kaçta kalkar, yerleri nasıl süpürür, hepsini öğrendim. [b]Hangi kentte yaşıyordunuz? [/b] Nagoya'ya bağlı Tacimi diye bir seramik şehrinde. Japonya'nın Anadolu'su diyelim.Neyse Müstakbel kayınpederimin atölyesinde çalışıyorum. Bana da bir genç çocuk öğretiyor; işte, hamur nasıl yoğrulur falan… Oğluymuş meğer. [b]İşin en heyecanlı yeri geliyor. Filmin jönünün ilk sahnesi… İlk görüşte aşk ha?[/b] Ama ben onun oğlu filan olduğunu bilmiyorum. [b]Nasıl tanımazsınız 'patronun' oğlunu? [/b] Çünkü üçüncü oğlu. Ne alaka demeden ben anlatayım; Japonya’da birinci oğul soyun devamı için çok önemli, ikinci oğul şöyle böyle, üçüncü oğlun esamesi okunmaz. Hele kız çocuğun adı bile yoktur. Peki aşk var mı, aşk… Oğlan bana nasıl tutuldu anlatamam! Ne o benim dilimi biliyor, ne ben onunkini.Ama üç ayda söktüm Japoncayı. Hamur yoğurarak başlayan bu yakınlaşma, evliliğe kadar uzandı. [resim=20120115resim-183649C8][/resim] [b]EVLENEBİLMEK İÇİN 'JAPON' OLDUM[/b] [b]Japonlar okullarına bile yabancıları almıyor, evlerine kabul etmeleri zor olmadı mı? [/b] Böyle geleneksel ailelerde çok zor tabii.. Zaten onlar da istemedi. Babası bana; “Kızım bir yabancı için Japon kadını olmak zordur” dedi. “O zaman ben de Japon olacağım” dedim. Oğlan bana tutuldu dediniz ama siz de iyice kafaya koymuşsunuz onu. Kafaya koymakla iş bitse iyi… Ailesi istemiyor. Kadın Japoncayı çok iyi bilmeliymiş, erkeğin yerine imza atmalıymış. Adamlar öyle banka işleriyle filan da uğraşmazmış, kadın adamın vekili olmak zorundaymış…mış, mış, mış... Bunlar bir nevi sekreter ya da hizmetçi arıyorlar. Damat kızı kaçırsaydı bari… Öyle kaçıracak tipte biri değildi, o riski göze alamazdı. ‘Kato’ onun soy adı mı? Evet… Naohiko Kato Valla ben Kato soyadının size özgü olduğunu düşünüyordum hep. Değil, o şehirde herkesin soyadı ‘Kato’ydu zaten. Neyse, bursum o sırada bitmiş, beş kuruşum kalmamıştı. Kato’lar kurtuluyorlar galiba istenmeyen gelinden… Tam o sırada şansıma Japon Dışişleri Bakanlığı’ndan bana teklif geldi. İyi bir maaşla, Japon diplomatlara Türkçe eğitimi vermeye başladım. [b]KAYINPEDERİM "BU KIZ ÇOK İRİ" DİYE BENİ İSTEMEDİ[/b] Mücadeleye devam yani… Aynen. Bu arada kayınpederim benim için “Bu kız çok iri” demiş. Eyvah, kavgada söylenmez… En çok da bu koydu bana. 25 yaşındayım daha. Jane Fonda’nın aerobik kasetlerini aldım, spor salonuna yazıldım. Üç ayda 30 kilo vermiştim. Aşk sen nelere kadirsin! O otuz kiloyu verince, kayınpeder kabul etti. Ben de Türkiye'ye geldim. “Ben hocamın oğluyla evleneceğim” dedim; babam hiç düşünmeden “Vururum seni, yabancıyla filan evlilik yok” demez mi? ‘Evlilik mücadelesi Part 2’ yani… Tam bu arada adam uçağa atlamış habersiz gelmiş. “Ben sünnet olacağım” diyor. [b]KOCAM EVLENMEDEN ÖNCE SÜNNET OLDU[/b] Japonya’dan Kemal Özkan’a desenize… Sen aileyi düşünebiliyor musun? Babam ‘oğlum’ diye kollarını açtı... Anneannem, rahmetli, onun o Japon kibarlığını görünce; “Doğuştan bu Müslüman” falan demeye başladı. Japonları, biliyorsun, oturmalarını kalkmalarını falan. Her şeyde kafa sallıyor adam. “Biliyor, anlıyor Türkçeyi” derdi anneannem. Müslüman oldu, kelime-i şahadet getirdi bizim Samuray yani… Tabii, tabii. Dünden hazır o. Bir Japon için sünnet olmak, Müslüman olmak çok sofistike bir şey. Çünkü onlar o kadar dine açık insanlar ki! [b]Kaç yaşındaydı Naohiko?[/b] Benden üç yaş büyüktü. Bir de ailesini kız istemeye getirdi demeyin, düşer bayılırım. Hem de nasıl getirdi… Mor ipek bohçalarla geldiler. O bohça açılıyor, içinden lake portatif masa çıkıyor. Kimonolar, arkasından inciler çıktı; herkese inci broş, inci kol düğmeleri… Japonya'da da aslında bir kast sistemi var. Asil-asil olmayan, zengin- zengin olmayan gibi sınıf farkları var. [b]KAYINVALİDEM BENİ ÇIRILÇIPLAK SOYDU[/b] [b]Kimlerdensiniz diye de sordular mı size? [/b] Sormazlar mı? Benim sülaleyi de araştırdılar bu sırada. Hatta kayınvalide beni bir soydu. Elime, ayağıma, saçımın dibine filan baktı. Küçük elliyim, küçük ayaklıyım zaten. “Asilsin sen” dedi. Sınıfı geçtiniz yani! Aynen öyle! Şimdi biri yapsa bunları, iki tane çakarım… (Gülüyor) Ve sıra geliyor düğüne… Üç ayrı düğün yapıldı. Birincisinde parlamenterler, milletvekilleri, belediye başkanları gibi ağır toplardan oluşan 350 kişilik bir grup vardı. Bizim büyükelçi, konsolosluk görevlileri de geldi. Fransız yemekleri sunuldu. [b]Gelinliğiniz nasıldı? [/b] Üç ayrı kıyafet giydim. Önce Japon kimonomla çıktım, sonra bindallı giydim, sonra da beyaz geleneksel bir gelinlik. Herkesin etrafında dolanıyorsun, sonra put gibi oturuyorsun. Resmen bir şov gibiydi. [b]Peki ya ikinci düğün?[/b] İkincisi yine akrabalar ve daha orta halli insanlar için yapılan bir düğündü. Yine giyindik kuşandık. Orada Japon yemeği verdiler. Üçüncüsü de fabrikadaki çalışanlar, işçiler için yapıldı. Onların müzikleri çalıyor, herkes sarhoş oluyor. Bizdeki gibi onların da arabeski var. Birincisi aristokrat, ikincisi burjuva, üçüncüsü arabesk… Ne güzel, aileniz üç kere mürüvvetinizi gördü. Hepsine katıldılar mı peki? Annemler de hepsine katıldı ama bayılmak üzereydiler! Yerde oturmaları mümkün değildi, ama dayandılar. [b]GEYŞALIK YAPTIM YİNE YARANAMADIM[/b] [b]Peki bu iki gencin büyük aşkını anlatan öykü, sonunda neden melodrama dönüştü? [/b] Sonradan anlaşıldı ki kocamda kişilik bozukluğu varmış. Çocukluğundan beri çok sorunlar yaşamış, aslında ben ona sahip çıktığım için aile de rahatlamış. Zamanla ilişkimiz çekilmez bir hal aldı… [b]Sünnet olunca maskesi düştü yani… Ne yapıyordu mesela? [/b] Geyşalık yapardım da yine yaranamazdım. En sevdiği yemekleri yapardım ama keyfi yerinde değilse elinin tersiyle hepsini devirirdi. Önce gelenektir filan dedim ama iş çığırından çıktı. 15 yıl dayandım bu duruma. 15 yıl az buz zaman değil… Ben olsam harakiri yapardım. O yılları deliler gibi çalışarak geçirdim. Tam bir meditasyondu benim için çalışmak. Sergi üzerine sergi açıyordum. İçimdeki acı, dışarıya sanat eserleri olarak yansıyordu. [b]Bu kadar çalışmaya para kazanıyor muydunuz bari?[/b] Çok kazanıyordum ama evde benim param harcanıyordu ve kocam bundan çok gurur duyuyordu. Çünkü bir Japon kadınının bu kadar büyük para kazanması söz konusu bile değil… [b]Ama film bir yerde koptu ve Türkiye’ye döndünüz. Nasıl aldınız bu kararı?[/b] Çok korkuyordum kocamdan, çünkü hakaret ediyordu, psikolojik şiddet uyguluyordu. Kızım Aycan 6 yaşındayken yaz tatili için İstanbul’a geldim. Kardeşime durumu biraz çıtlatmıştım. Kızım devamlı ağlıyordu. Daha havaalanındayken “Çocukların tedaviye ihtiyacı var” dediler. Beni hemen psikolojik tedaviye aldılar. Bir daha da dönmediniz… Hayır; telefon ettim ve ‘Vataşiva kayrimasen’ dedim… “Kapı açık, arkanı dön ve çık’ ın Japoncası mı? ‘Ben dönmüyorum’un Japoncası. Ondan sonra gümbürtü koptu karşı tarafta. [b]Seni seviyorum, sensiz yaşayamam filan diye mi?[/b] Yok, “Anneme babama kim bakacak” diye. [b]ÇOCUĞUM KARŞILIĞINDA 1 MİLYON DOLAR VERDİM[/b] [b]Eh isabet olmuş boşandığınız. Peki kazandığınız paralar ne oldu?[/b] Bütün paramı bırakıp geldim. Çocuğumun karşılığında, bir milyon dolar bıraktım orada ve beş parasız, Acıbadem’e ailemin yanına yerleştim. [b]Erkek çocuğunuz olsaydı durum daha güçleşirdi her halde? [/b] Kesinlikle. Vermezdi onu, kaçırırdı. Allah'ın bana en büyük lütfü, kız çocuk sahibi olmamdır. Saçların renginden başladık nerelere geldik… Çivit mavisi saçlar Arap saçına döndü, hala öğrenemedik neden rengini değiştirdiğinizi. Hikaye de oraya bağlanıyor zaten. Tedavim sırasında bir türlü resim yapmaya başlayamıyorum. Yatağımın üzerinde ufak ufak başladım, mavi renkleri filan karıştırıyorum. Bir ara fırçayı aldım saçıma doğru sürdüm, nasıl da yakıştı bana! [b]Terapistin tavsiyesi mi yoksa?[/b] Yok canım, içimden geldi. Düşün 97 senesi, Türkiye… Mavi saç filan yok! Kızım diyor ki; “Anne sakın ha bu halde okula gelme” Boyayı her gece yıkayıp sabah yine sürüyorum. Mavi huzur rengidir ama etrafta huzursuzluk yarattı galiba… Sorma, bütün sanat tarihçileri, başta Profesör Nurhan Atasoy; “O saç siyaha boyanacak, sen geleneksel sanat yapıyorsun” dediler. Onlar öyle dedikçe, o ufak mavi parça büyüdü büyüdü, bütün saçımı kapladı mı? Ama marjinal olmak için yapmadım bunu. O anki ruh halimle kendim için yaptığım bir şeydi. Peki radikal duruşu, avangart, yapıtları olan bir kadın mıyım, evet öyleyim. Giyim tarzınız da bu söylediğinizi perçinliyor zaten. Yamamoto falan giyiyorum… İssey Miyake de, Yamamoto da çok iyi dostlarım. Bir de kardeşim Işık’ın İschiko markası tercihim. [b]Peki, ‘Günseli’nin gecceleri nasıl geçiyor? Dizi falan ? [/b] Dizilerin hemen hepsi hakkında bilgim var. [b]MUHTEŞEM YÜZYIL'DAN NEFRET EDİYORUM[/b] Tarihle iç içe olduğunuz için sormadan geçemeyeceğim; Muhteşem Yüzyıl’ı beğeniyor musunuz? Hayır, ondan haz almıyorum. O benim bütün hayallerimi sarstı. Belki de Osmanlı sanatı uzmanı olduğum içindir. Tarihte olan bazı şeyleri şekillendirmemek lazım... Herkesin kendi hafızasında şekillenmesi en güzelidir. Aman Günseli hanım, Hürrem de her hafta üst üste şehzade doğurmuyor zaten. Tarih değil, dizi bu… Ben de öyle kabul ediyorum ama Süleyman’ın imajını orada öyle görmek istemiyorum. Haremi çok iyi bilen, Topkapı Sarayı'nı çok iyi bilen biri olarak her şeyinden rahatsız oluyorum… [b]Kıyafetleri de mi beğenmiyorsunuz?[/b] Onları yapanların ellerine sağlık. Ben senarist Meral Okay'ı da çok severim. Bu hatun kendi hayali ile bir hikaye yazdı, ayrıca tarihe faydası da dokundu, insanlar tarih okumaya başladı. Önce haz etmiyorum dediniz, şimdi nedir bu sevgi sözcükleri? Bir hayalim var ve o yıkılıyor, derdim bu. Ben didaktik kurallı, kuralcı, daha kendine göre fantastik bir hikaye yazıyorum kafamda. [b]Özel hayata girilmesi mi, yoksa tarihi gerçeklere uyulmaması mı sizi rahatsız eden? [/b] Biz bilmiyoruz ki tarihin gerçeklerini! Hürrem'le Süleyman'ın ilişkisi de yazılı değil zaten! Benim hayalimdeki hikaye ile ekrandaki arasında çok fark var. O beni rahatsız ediyor. [b]Bu Meral Okay'ın hayali, siz ille de benimki diyorsunuz yani…[/b] Bunu beğenmiyorum demeyeyim, benim hayallerimi sarsıyor diyeyim. Öbür dizilere gelince, oradaki kadın erkek ilişkilerinden nefret ediyorum ama Türkiye'de yaşanıyor böyle şeyler. Hep bir taciz, hep bir tecavüz, her şey böyle olumsuz… Herkes sapık, kardeşim… Edepsizlik yahu! [b]Japon ve Osmanlı kültürü arasındaki benzerliklerden söz etsenize biraz.[/b] Şu anda yaşadığımız hayatın içerisinden benzerlikler bulmak zor ama geleneğe dönüş yaparsak, benzer yanlarımız çok. Eve ayakkabıyla girmemek mesela; yerde oturma, yerde yemek yeme, yerde yatma. Bunlar iki kültürde de vardır. Diller de benziyor demeyin bari… Benzemez olur mu? Japon dilinin Ural-Altay dillerinden olması dolayısıyla kelime manalarımız da aynı. ‘Yama-Yamaç’, ‘Bıçak-Kama’. Bunların hepsi aynı… ‘Moruk’ iki dilde de aynı anlama gelir mesela… Bu arada çok güzel yemek yaptığınızı da öğrendim. Hem de nasıl.Hatta kayınpederime börekler, zeytinyağlılar, dolmalar yapardım. [b]Sushi yapmaz mıydınız?[/b] Yapardım tabi. Ama sushi Japonya'da buradaki gibi bir ana yemek değil. Bizim dürüm gibi bir şey. Şimdi hiç bir şey yapmıyorum zaten, kızım evden ayrıldığından beri yemeğe elimi sürmedim. [b]Kızınızdan laf açılmışken Aycan’ın genlerinde de var mı sanatçılık? [/b] Tabii… Hollanda’da Royal Academy'de sanat okuyor. Çok büyük kabiliyetleri var. Bir yandan şarkı söylüyor, bir yandan piyano çalıyor. New age şarkılar tercihi. Bir de bu günlerde sahne tutkusu sardı onu. [b]Japon bir damat getirse ne yaparsınız? [/b] Ay, ne yaparsa yapsın ama hiç zannetmiyorum. Her şey olabilir ama ben kızımın evleneceğini bile sanmıyorum. Ama kimi getirirse getirsin ağzımı açmam. Onu kolay doğurmadım ben. 33 yaşındaydım. O yaş, Japonya’da kadının değişime uğradığı dönemdir ve son doğurma tarihidir. [b]Son kullanma tarihine yetiştirdiniz demek. Peki Günseli Kato kendisini Japon mu, Türk mü hissediyor?[/b] İkisinin karışımı, melezim ben… Şimdi biraz da Los Angeles’te başlayan ‘Sultanların hediyeleri’ adlı meşhur sergiye gelelim. Nedir bunun önemi? Bu sergi önce Los Angeles'ta açıldı, şimdi de Houston İslam Müzesi’nde devam ediyor. 8’inci yüzyıl ile 19’uncu yüzyıl arasında Sultanlara verilen hediyeler bunlar. Bizim Topkapı Sarayı’ndan, İslam Eserleri Müzesi’nden ve Milli Kütüphane’den eserler de var. [b]Peki sizin sergideki yeriniz nedir? [/b] Bunların arasına çağdaş sanatçıların eserlerini de koymak istiyorlar. Adamların küratörü Linda Komaroff bu yaz bana geldi. Yaptıklarımı görünce çıldırdı. Bana iki eser sipariş etti ve gitti. Burada görmüş olduğun 2 boyutlu atları yapmaya başladım. Size iki at sipariş etmişler, siz süvari birliği yapmışsınız ama... Evet yüz tane yaptım. Bana bir sürü emeğe ve paraya patladı. İki tanesini onlar seçti ve aldılar. Bunları 'Günseli Kato atı' yapan ne? Bir atı aynalı şalla giydirdim, birine peçe taktım, peçeli at oldu. Fişekler kullandım mesela, ava giden at oldu. Bir başkasına zırhlı elbise giydirdim, hepsi daha ‘Haute Couture’ oldu. Ama hiç birinin üzerinde Osmanlı motifi yok. Çünkü hepsi Osmanlı. [b]İSMAİL ACAR İLE BENİM DURUŞUM FARKLI [/b] Neden Osmanlı motifleri kullanmadınız? Arabesk yok bende. Osmanlı motifi hayranıyım ama ‘mış’ gibi yaşamıyorum. İsmail Acar gibi padişah portresi, hat sanatı uygulamıyorum. İsmail Acar’ın duruşuyla benim duruşum arasında dünyalar kadar fark var. Andy Warhol’un ilham aldığı pek çok isim var. Edie’si var, Candy Darling'i var. Sizin de var mı bir ilham periniz? İlham perisi benim hiç hep minyatürdü. Çünkü ilhamın alası var onun içerisinde. Yaşadığınız acılar, ilham perileriniz olabilir mi? Hayır. Onlar yiğidin kamçısı. [b]MAZOŞİSTLİK SANATÇIYI TAVANA VURDURUR[/b] Her sanatçı biraz mazoşist midir? Evet. Mazoşistlik tavana vurdurur seni. Pollyana sanatçı olamaz mı diyorsunuz yani? Mutluluktan sanat doğmaz. Mutluluk insanı yoldan çıkarır… (Gülüyor) Aşkı mutlu yaşayabilir misin? Aşk acıyla yaşanır, depresyonlara girilir, hastanelere yatılır, intiharlar edilir. Büyük aşklar böyledir. ‘Aşığım, çok mutluyum’… yok böyle bir şey! [b]Tekrar evlenmeyi düşündünüz mü? [/b] İnsanlar bana çok kolay yaklaşamıyorlar. İnşallah izdivaç programlarına katılacağım yakında… (Kahkahalar) Ama bir sorun var, Japonya’da boşandım,Türkiye’de daha boşanmadım.