NE GÜZEL AĞABEYİMİZDİN SEN CENGİZ AĞABEY!

Yayın Tarihi : 19-12-2011 14:38
Sonra İsa’yı ele veren Yehuda’nin resmini yapmaya karar verir. Yine düşer yollara; bu kez yüzünde hain, içten pazarlıklı ifade olan bir model bulmak için. Sonunda yine aradığını bulur ama şaşkınlık içinde fark eder ki bu, İsa’nın portresinde kullandığı aynı kişidir. Leonardo usta, ilk kez o zaman bir insanın yüz ifadesinde iyiliğin ve kötülüğün böylesine iç içe geçtiğini fark eder. Ve anlar ki; kimi zaman melek gibi olabilen insan denen varlık, kimi zaman şeytan kadar kötü de olabilmektedir. Önemli olan onun neyi ‘seçeceğidir…’ Aslında bildik bir hikaye bu sevgili Cengiz Semercioğlu… Ama insanın neyi seçeceğine karar vermesi kadar, neyi, nereye ‘oturtacağı’ da önemli. Bana kalırsa bu öykü ikimizin durumuna da cuk oturuyor. Erkan Özerman ile yaptığım röportajdaki ‘Havyar’ konusuna balıklama dalanlar arasına son halka olarak sen de kendini ekledin sevgili Cengiz… Biraz geç kalmışsın ama önemi yok. ‘Çok önemli’ yeni bir ‘boyut’ da bulmuşsun. Bunca yılın gazetecisi olarak senden de bu beklenirdi zaten. Ama anlayamadığım bir nokta var, o da, yazında neden adımı kullanmadığın. Acaba bunca yıllık dostluğumuza dayanarak beni mi ‘kolladın’, yoksa adımı yazmaya değer mi bulmadın? Eğer ikincisiyse haklısın. Çünkü gazetecilik konusunda bir iddiam da yok, önemli ‘imzam’da. Ben, asıl mesleğimin işletmecilik olduğunun her zaman bilincindeyim. Haaa “O zaman haldır haldır ne koşuşturuyorsun, röportajlarla yazılarla kendini paralıyorsun” diyecek olursan, onu da benim karakterime ver. Yaptığım her işi kendimce önemser ve ciddiye alırım çünkü. Seni de anlıyorum aslında, her sabah televizyondasın, gazeteye pek uğrayamıyorsun, konu bulmakta zorlanıyorsun… Belki de bu nedenle zaman zaman kendi gazetendeki yazarlara bile çakıyorsun. Ama bu uğurda birine saldıracaksan bırak bu ben olmayayım. Çünkü senin için küçük bir lokmayım. Git akranlarınla oyna sevgili Cengiz. Oyun dedik de, vallahi kızma ama okulda top oynarken arkadaşlarına arkadan çelme takan kötü çocuklara benzemeye başladın. Oysa bizim ne güzel ağabeyimizdin sen Cengiz ağabey… Ne oldu da, içindeki kötü çocuk baskın çıkmaya başladı? Öyle ‘kimileri’ gibi bel altından laflar sokmak istemiyorum sevgili Cengiz. Bak, adını anarak yazıyorum. Yıllardır bu işlerde dostluk, arkadaşlık kavramlarının, ‘arkadan kuyu kazmak’ anlamına geldiğini söylerlerdi de inanmazdım. Şurada henüz üç beş ay oldu bu piyasaya gireli, söylenenlerin az bile olduğunu bu kıt beynimle kavradım. Ne yazık ki bunu da bana somut olarak öğretenlerden biri de sen oldun. Oysa başka şeyler de öğretebilirdin. Bari soy adından biraz feyz alsaydın. Bizim gibi ‘eşeklere’ semer vurup eğitseydin; yol gösterseydin, gazeteciliği öğretseydin. Neden öldürmeye çalışıyorsun eşekleri? Kötü ağbi oldun sen be Cengiz… Bir de herkesin taktığı şu meşhur ‘Havyar’ sorunsalı var. Sen de diğerleri gibi fragmanı seyredip, filmi görmeden dalmışsın havyar kavanozuna. Başka sözü edilecek hiçbir şey yok muydu o röportajın satırları arasında? Baba olduğun günlerde kutlamıştım seni. Neredeyse dört ay geçti Pera'nın doğumunun üzerinden… Herhalde bilirsin, kadınlarda doğumdan sonra, lohusalık döneminde Post Portum sendromu denen bir durum vardır. Bir tür depresyon yani.,. Kadınlar bunu üç ayda atlatırlarmış… Bazen düşünüyorum da bu durum erkekler için de geçerli olabilir mi acaba? “Yok” diyorum sonra kendi kendime… “Neredeyse dört ay oldu” Sonra senin adına korkuyorum, bu sendrom kalıcı olabilir mi diye. Neyse, fazla uzatmayalım bu insanlık dersini. Son bir kelam daha edelim ve bitirelim. Makamlar geçicidir, makam sahibinin yalancı dostları çok olur. Yarın sen o koltukta olmayabilirsin ben de bu mekanlarda… O zaman kasamızda biriktirdiğimiz gerçek dostlarımız olacak. İnşallah sen kasayı açtığında zengin olup tam takır kuru bakır kalmazsın sevgili Cengiz. Sağlıcakla kal…