ÜMİT KARAN’DAN SON DAKİKA GOLÜ…

Yayın Tarihi : 16-01-2012 09:53
Ne var ki çoktandır ihmal etmişim karıştırmayı. Önceki gün ise şöyle bir bakayım dedim. Hiç değilse unuttuğum bir kaç bir şeyi hafızamda tazeler, belki bir kaç da 'tweet' atarım diye düşündüm... Ama o da ne!.. Okuduğum bir dize karşısında adeta donup kaldım. “Hapishanede yatanlar tek bir şey bilir, o geçit vermez duvarlar arasında, her gün insana bir asır gibi gelir”... Her gün, insana bir asır gibi gelir!.. Bir asır gibi!.. Bu satırları okuyunca birden bire 'dank' etti. 'Ah benim eşşek kafam' diye hemen telefona uzandım. Kimi mi aradım?.. Ümit Karan'ı elbette... Şimdi sizlere kalkıp Ümit Karan'ın kim olduğunu anlatacak halim yok. Hepiniz, tanıyor ve biliyorsunuz nasılsa... O Ümit Karan ki, iki eli kanda bile olsa her dükkanımın açılışına gelir, beni hiç yalnız bırakmazdı. Ama tahliye olalı neredeyse bir ay olmuştu ve ben bir 'geçmiş olsun' ziyaretine dahi gidememiştim... [b]CEZAEVİNDEN EVİN MUTFAĞINA[/b] Yaklaşık bir saat sonra evinde karşı karşıya oturuyor buldum kendimi. Daha doğrusu ben oturuyorum o yatağına uzanmış durumda. Burnu da hafiften morarmış vaziyette. Üzerinde de bantlar var, bir de belli belirsiz bir alçı. Yoksa, hani yoksa içerdeyken... Yok, yok öyle olsa duyardık diye düşünüyorum. 'Pat' diye de soramıyorum tabii ki... Önce hal hatır faslını geçmek lazım. Mahpustaki günleri hakkında ise pek konuşmak istemiyor Ümit. Ama laf döndü dolaştı oradaki ufak tefek anılarına geldi... Cezaevinde kaldığı yer o kadar küçükmüş ki, çıktıktan sonra evinin salonu, adeta spor salonu gibi büyük gelmiş ona. Bu yüzden kaçıp kaçıp mutfağa gidiyormuş. İçinde küçük bir mutfağı da olan ranzalı bir bölümde kalıyorlarmış. “Ama şartlar ne kadar iyi olursa olsun özgürlüğünün elden alınması kadar kötü bir şey yok” diyor “Düşünsene İzzet, seni alıp Çırağan’ın kral dairesine kapatsalar beş gün sonra o altın kaplama musluklar ne işine yarar? Bir ara bir olta atıyorum, belki doğru çıkar diye; “İçeride ufaktan yeni bir kariyere başlamışsın, artık çok iyi çay demliyormuşsun” diyorum, kahkahayı patlatıyor; “Güldürme yahu, burnumdaki alçı çatlayacak. Ya yok öyle bir şey, aramızda bir görev dağılımı falan yoktu,herkes her şeyi yapıyordu.İnşallah diğerleri de kısa zamanda tahliye olur da çoluğuna çocuğuna kavuşur…” Yaşadığı olayların stresi yüzünden de reflü olmuş. Hatta midesinden bir de operasyon geçirmiş. Yatakta olması da ondanmış. İyi ama ya burun?.. [resim=20120116resim-185129B5][/resim] Fotoğraf: Zerrin Kültüral [b]KIVANÇ’IN BAKLAVALARINA RAKİP GELİYOR[/b] “Reflü artık burunu da mı etkiliyor?” diye salak bir soru sordum sonunda. O da doğal olarak güldü tabii ki. Ardından da “Yok, yok” dedi “Burnumda deviasyon vardı. Bir de deformasyon“... Neyse ki fazla uzatmadı 'd' ile başlayan kelimeleri. Ne var ki bu kadarıyla bile kafam karıştı doğal olarak. Ama sonunda burnunu ‘toplattığını’ anlayabildim. Bu arada karnında da hafiften yağlar oluşmuş. “Yahu” dedim “Madem hafif bir rektifiyeden geçmişsin, bari karnındaki yağları da aldırsaydın... “Ona gerek yok” dedi; “İçerdeyken moralim bozuktu, spor yapamadım, şimdi spora başlıyorum, Kıvanç’ın altı baklavasını otuz altıya katlayıp, herkesi kıskandıracağım yakında”... Haydaaa, bizim oğlana bir haller oluyor galiba. Ama Ümit Karan bu, benim bildiğim bir şeye karar verdi mi sonuna kadar götürür. Ne diyelim, haydi hayırlısı… 5 buçuk yaşındaki oğlu Ümit Can da babasının gözlerinin içine bakıyor. Ayrılık ona da koymuş besbelli. Bir ara dışarıya çıktığı zaman “Çaktırma,oğlan beni askerde biliyordu” dedi “Öyle söylemişler. Ziyarete geldiği zaman bile cezaevini askeriye sandı hep”... Allah kimseye böyle ayrılık vermesin, kolay değil tabii. Eşinden, dostundan ve de en acısı sevmelere bile kıyamadığın yavrundan uzak kalıyorsun. Koyar insana. Doğrusu iyi sabretmiş Ümit... [b]GALİBA ARTİST OLUYORUZ… [/b] Ümit Karan'ın yatağının baş ucunda Şebnem Özkan’ın ‘Melekler Seninle Konuşuyor’ kitabını görünce biraz şaşırdım. Okumaya çok meraklı olduğunu sanmıyordum. Ama cezaevinde okey, pişti gibi oyunlar yasak olunca bizimki de okumaya merak salmış. Yakında tam bir kitap kurdu olursa, hiç şaşmamak gerek... Çaylarımızı bitirmiştik ki telefonu çaldı. Arayan eşi Zeynep... Balık almış, geliyormuş. Akşama balık ziyafeti var anlaşılan evde. Eh, dolayısıyla bana da ufak ufak yol göründü. 'Bana müsaade' diyerekten 'zengin kalkışı' yaparak, fırladım ayağa... Çıkmadan önce “Bari bir fotoğraf çektirelim birlikte” dedim. Kabul etmedi; “Şu ameliyatın yadigarları hele bir geçsin, yakışıklı olayım sana bol bol poz veririm” dedi... Tam çıkıyordum ki, masanın üzerinde iki adet senaryo çarptı gözüme. Birden kafamda şimşekler çakmaya başladı. Burundaki 'd’li dalgaların ‘toparlanması’, Kıvanç’ın baklavaları... Derken bir de senaryolar… “Ne o” dedim “Artist mi oluyoruz yoksa?” Önce hık mık etti, ama yılanı deliğinden çıkaran tatlı dilli ısrarlarım karşısında “Neden olmasın? Ümit Can da istiyor zaten. Futbolun dışında biraz alternatif işlere girip huzur bulmak istiyorum” deyiverdi... Bir dizi ve bir film teklifi gelmiş Karan'a. Şimdi o senaryoları okuyup kararını verecekmiş. Bana kalırsa Ümit kararını çoktan vermiş gibi. Yakında yeşil sahalardan Yeşilçam’a bir yıldız daha kayacak gibi görünüyor... Ben ise galiba hala olduğum yerde sayıyorum. Bir taraftan dilime dolanmış şarkıyı ıslıkla çalarken, bir taraftan da ettiğim son cümlenin nasıl çiğnenmiş bir klişe olduğunu düşünüp duruyorum…