BİR KELOĞLAN MASALI!

Yayın Tarihi : 08-08-2007 14:35
Müzik yarışmaları ekranların nerdeyse vazgeçilmezi haline geldi. Popstar'la başlayan bu macera şu anda 'Halkın Starları' ve 'Bir Dilek Tut'la devam ediyor. Dört sene önce başlayan bu traji-komik yarışmalar, yeni yayın döneminde de ekranlarda olacağa benziyor. Peki, dört sene öncesiyle, dört sene sonrası arasında ne değişti, hangi kademelere atlandı? Bana soracak olursanız, değişen tek şey yarışmacı, sunucu ve jüri üçgeni; onun dışındaki her şey aynı. Peki insanlar neden bu yarışmaya katılıyor, önlerinde o yarışmalardan çıkan bir star örneği yokken hem de? Çok sevgili hocam, bir iletişim üstadı Prof. Dr. Ünsal Oskay'ın, Melis Çelebi'yle birlikte çıkarttığı 'Peki Konuşalım' isimli kitabında bu tarz yarışmalarla ilgili çok doğru bir tespiti var. Bakın ne diyor Ünsal Hoca: 'Bu yarışmalar, eski Keloğlan masallarının bir tekrarı. Yarışmanın mantıksal yapısı, bu masala çok benziyor ama ondan daha acıklı. Çünkü Keloğlan, mutlu bir sona kavuşur. Kendi ülkesinde karnı doyamadığı, toplumda bir yere gelemediği ve yoksul evinde annesiyle beraber yaşadığı için, Kafdağı'nın arkasına kadar gider. Kafdağı'nın ardındaki iyi kalpli padişah, kızına koca arıyordur. Keloğlan, bu amaçla düzenlenen yarışmaya katılır. Umutsuzluk insanı, Kaf Dağı'nın arkasına kadar itebiliyor işte. Masalın kendi mantığı içinde olmadık bir sonuç gerçekleşir; o ufacık tefecik, kimsenin adam yerine koymadığı Keloğlan, hem okla manda derisi kalkanları deler, hem de zekasını gösteren bulmaca yarışmalarında herkesin önüne geçer. Masal da 'Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine' diye biter. Bu yarışma da ona benziyor. Her hafta bu programlarda erkek ve kadın Keloğlanlar görüyoruz. Ortak özellikleri; örselenmiş, orta sınıfın alt kesiminden insanlar. Yarışmaya katılma amaçları tanınmak, fark edilen bir insan haline gelmek, bu arada bir de ses sanatçısı olup hayatlarını düzeltmek.' İşin özeti bu işte. Daha başka nasıl anlatılabilir ki? Gelir düzeyi düşük Türk gençliğinin tek bir hedefi var artık. O da okuyup adam olmak değil ne yazık ki; yarışmalara katılıp şöhret olmak! O yüzden o tarz yarışmaların her türlü işkencesine katlanıyorlar. Psikolojileri alt üst oluyor, reyting uğruna ajitasyonun tavanına vuruyorlar. Kahreden VTR'ler Anlayamadığım, halen bu şekilde işlemesi bu tarz programların. Örneğin 'Bir Dilek Tut' isimli yarışmada, yarışmacı performansını sergilemeden önce, ekrana bir VTR geliyor. O VTR'de genelde halkın kalbine işleyen, üzen, kahreden ne varsa yer alıyor zaten. Şöyle düşünülüyor her halde, 'Sesi beğenmezlerse, bari acıyıp oy atsınlar!' İşi bu kadar ucuzlatmaya, bu kadar duygu sömürüsü yapmaya kimin ne hakkı var ki? Adam ya da kadın çıkıp sadece şarkısını söylese, şovunu yapsa izlenmeyecek mi o programlar? Ne yani bu ülke halkı, sadece yaralı ve örselenmiş hayat hikayelerini seyretmek için mi oturuyor ekran başına? Koy en acılısından bir hayat öyküsü, araya da sıkıştır bir ağlak şarkı olsun bitsin, çok mu ağladık, e o zaman haydi şimdi eller havaya şappiiii mantığı mı bu şimdi? İzleyici gözyaşlarına boğulsun, arada bir oynasın, reyting tavan yapsın, ooo çok güzel program oldu (!) Bravo, aferin devam o zaman (!) Hayır zaten bu programlar bir star yaratmayı da hedeflemiyor ki! Hedeflese işin gerisi de gelir, biz de görürüz! Ama sonuçlar ortada işte! Yanılıyor muyum yoksa? Yeni bir yarışmanın başlayacağı duyuruluyor, on binlerce insan elemelere katılmak için akın ediyor, içlerinden pırıltısı (!) olanlar yarışmacı olmayı hak ediyor, uzun bir eleme haftası geçirip birinci oluyor içlerinden bir tanesi. E peki sonra? Birinci oluyor işte, 100 bin YTL alıyor, oturuyor aşağıya. Sonra görebiliyor muyuz, denildiği gibi star olan var mı aralarında? Ben daha yarışmadan çıkmış bir star göremedim. Unutulup gidiyorlar; onlara kalansa ellerine tutuşturulmuş 12 parçadan oluşan bir albüm sadece, hepsi bu! 'Popüler kültürde her an her şey olur. Bu da olabilir. Popstarların çoğu, rastlantı sonucu bu konuma oturuyor. 1930'larda, 1950'lerde, yazım tarihinde, pop müzik tarihinde ve sinemada görülen bir şeydir bu. Chicago'da 2. ya da 3. sınıf kulüpte trompet çalan birini ele alalım. Medyada iyi yeri olan bir adam bir gecce bu kulübe gelir, sahnedeki trompetçiye aşık olur. Alır onu götürür New York'a! Ona albüm yapar. 1-2 albümden sonra yayın organları adamı kamunun ilgisine sunduğu anda, o zaten ilgi çeker. Çünkü sunan kurum zevk ve nitelik bakımından bu albümün ya da sanatçının iyi olduğunu gösteren kanıt yerine geçer. Halbuki o anda Chicago'da 27 kulüpte çok daha iyi trompetçiler vardır. Ama adamın nasibi açılmıştır. Günümüzde büyük sermaye, televizyonları, radyoyu, eğlence sektörünü ele geçirdi. Bütün bunları birleştirdiğinde de sesi olsun olmasın, istediğini yıldız yapabilir. Akıllı 1-2 kanal Ajdar'a el atarsa Ajdar 3 ay içinde popstar olur mesela. Bir Nilüfer ya da Tarkan olmasa da Ciguli'nin kategorisinde yer alabilir' diyor Ünsal Hoca! Starlık bahane, reyting şahane E yine haklı. Hangi yarışmayı hatırlıyorsunuz gerçekten hak ettiği için birinci olan? Hep son dakika starları yaratmadı mı bu yarışmalar? Örnek mi istiyorsunuz buyurun size örnek: Türkstar yarışmasında Emrah Keskin mi birinci olmalıydı sizce, yoksa muhteşem sesi ve yorumuyla Ufuk Çakır mı? Ya da daha günümüze geleyim: Popstar Alaturka yarışmasının birincisi Utku mu olmalıydı yoksa Erkan ya da Tamer mi? Son dakika starları olduğu için zaten sonrasını getiremiyor bu birinci seçilenler. Yarışma sırasında kopan kıyamete bakmayın siz. Hani nerde Abidin, nerde Firdevs, Emrah Keskin'e ne oldu? O ölüp bittiğiniz Bayhan nerde hani; polis otosu kurşunluyor! Bu mudur yani seçtiğiniz starlar? Bu tarz programların yapımcıları 'Starlık bahane, reyting şahane' mantığından vazgeçmediği sürece biz daha çok Keloğlanlar göreceğiz sanırım ekranlarda! Tanrı, yeni yayın döneminde bari korusa bizi bu tarz yarışmalardan!